-I-

8 3 0
                                    

Evin etrafından gelen hışırtı sesleriyle, odağımızı pencerelere çevirdik. Yavaş adımlarla pencereye doğru ilerledim, hışırtı sesleri gittikçe uzaklaşmaya başladığında, gözlerimi ikiz kardeşime çevirdim.

"Bu neydi?"

"Kedi ya da köpektir. Korkmamız gereken bir şey olduğunu sanmıyorum. " dedi uzandığı koltuktan bana umursumaz bakışlar atarak.

"Uzun zamandır bu kasabadayız, ne annem, ne de babamdan bir haber alabiliyoruz. Dört yıldır, 18 yaşımızdan beri... Sence de fazla sakin bir hayat yaşamıyor muyuz, Claudia?"

"Hadi ama, alt tarafı bir hışırtı. Bir hışırtıdan konuyu şuraya nasıl çektin? "

"Claudia..." dedim bıkkın bir sesle, sonra cümleme devam ettim.

"Daima tetikte yaşıyoruz. Farkında mısın?"

"Farkındayım, ama annem ve babam yaşadığı sürece bize dokunmayacaklardır. O yüzden... Bu kadar kendini kasmayı kes, dediğin gibi daima tetikte yaşayamayız."

"İşte anlamak istemediğin şey de bu Claudia! Daima tetikte kalmak zorundayız! Çünkü lanet olsun ki ne annemizden, ne de babamızdan bir haberiz! Dört yıldır!"

"Bana bağırmayı kes!"

"O zaman sen de biraz mantıklı düşün, Claudia! Ben her zaman sana bir şeyleri fark ettirmeye çalışmaktan yoruldum! Ama sen! Sen hala güvendeyiz ayaklarındasın Claudia!"

"Ne yapmamızı istiyorsun! Geri mi dönelim! Bunu mu istiyorsun! Oraya geri mi dönmek istiyorsun! Onlar gibi mi yaşamak istiyorsun! Annem ve babam bizi buraya gönderdiğinden beri buna karşısın, farkında değilim mi zannediyorsun! Farkındayım, Dairus! Sen orayı hiçbir zaman reddetmedin! Onlar gibi yaşamamız seni mutlu mu edecek?"

"Claudia..." dedim tekrar bıkkın bir sesle ve ekledim

"Saçmalıyorsun!"

"Ben mi saçmalıyorum, Dairus! Kabul et, ikimizde bunu biliyoruz. Sen, asla, buraya, gelmek, istemedin."

"Küçükken söylediğim saçma sözler için mi yargılıyorsun beni?" sinirle soludum ve kırmızıya çalmaya başlayan gözlerimi sakinleşmek için birkaç dakika yumdum sonra tekrar ona döndüm.

"Bak. Claduia, o zaman 16 yaşındaydım, takdir edersin ki anne ve babamdan ayrı, hiç bilmediğim bir yerde, tek başıma yaşamak istemedim. Haksız mıyım, Claudia? Söylesene, sen istedin mi? Sen sadece istemediğin halde sustun, ben ise konuştum. Söylesene ben konuştuğum için mi suçluyum?"

"Bence bu konuyu kapatalım, Dairus." dedi beni başından savmak istercesine.

"İstesen de, istemesen de yakında oraya gitmek zorundayız biliyorsun değil mi? Biz meleziz, diğerleri gibi başı buyruk takılmamıza izin verirler mi sanıyorsun? Lilliana ve Cross'tan da haber alamıyoruz. Uzun süredir bir şeyler ters gidiyor ve biz hiçbir şey bilmiyoruz. Aslına bakarsan... Yakında oraya dönsek fena olmaz. Yeterince başına buyruk yaşadık. 22 yaşındayız, Claudia, artık sorumluluk alma vaktimiz gelmedi mi sence?"

"Sana bu konuyu kapatalım dedim, Dairus. Şu an bu konuyu konuşmak istemiyorum. Yarın, ikimizde sakinleştiğinde konuşuruz. Şu an konuşmamız kavgadan başka bir şey getirmeyecek." Arkasını dönüp mutfağa ilerledi. Mutfaktan gelen birkaç tıkırtıdan sonra elinde, içinde kan olduğu belli olan bir bardakla çıktı. Sonra bir yudum alıp, dudağının kenarına bulaşanları elinin tersiyle, kibar bir hareketle sildi.

"Sen hala acıkmadın mı? Sabahta bir şey yemedin, yani gördüğüm kadarıyla."

"Pek kan havamda değilim. Sanırım bugünlük viskiyi tercih edeceğim." dedim elimdeki kristal bardağı göstererek biraz gülümsedim.

"Sen bilirsin, ben odama çıkıyorum." dedi omuz silkerek ve merdivenlerden yukarı doğru çıktı.

Ona hak veriyordum, dönmek istememesi de gayet normaldi. Ama o da adı gibi biliyordu ki zorundaydık. Sahip olduğumuz haklar vardı. Biz orada olmadıkça, Lilliana ve Cross'tan haber de alamadıkça, orada bir şeyler bizim lehimize düzenlenecekti. Lilliana, bizi buraya göndermeden bir gün önce, ikimizi yanına çağırmıştı. Asla unutmamızı tembihlediği uzun cümleler kurmuştu.

"Zamanı geldiğinde sizi uzak tutmaya çalışacaklar, onlara teslim olmayın. Siz melezsiniz... Sizi tehlike olarak göreceklerdir. Zamanı geldiğinde, ait olduğunuz yere döndüğünüzde, size ilk önce 'buraya ait değilsiniz' diyecekler. Eğer döndüğünüzde biz orada yoksak, asıl o zaman sizin için savaş başlamış demektir. Asla teslim olmayın. Unutmayın Cross'ta melez, fakat ona karşı gelecek bir tane bile safkan tanımıyorum. Size karşı gelemeyecekleri kadar baskın olun."

Karşı gelemeyecekleri kadar baskın olmak...

Zor olacaktı. İşte Claudia'da bundan korkuyordu. Birileriyle çatışmayı sevmezdi. Benim aksime daha yapıcı biriydi. Kavgayı değil konuşmayı tercih ederdi. Kırıp, dökmeyi sevmezdi, incitmekten nefret ederdi. Melezdik, dolunaya kadar normal vampirler gibi yaşayabilirken, dolunayda tehlikeli olduğumuzu biliyorduk. Cross, diğerlerine kendini kabul ettirmeyi başarmıştı. Onların arasında kendini tehlikede hissedemeyeceği kadar güç göstersinde de bulunmuştu. 'Sizden daha üstünüm.' dercesine dolaşırdı ortada ki haklıydı da. Öyledi. Öyleydik. Bir melez ve normal bir vampir arasında, safkan bile olsa güç farkı vardı. Hem de bariz bir şekilde...

Bu yüzden bizi istemeyeceklerdi ya zaten. Onlara baskın olan birilerini aralarında görmek istemeleri beklenemezdi zaten. Biz diğer safkanların otoritesini yerle bir ediyorduk ve bu onları kızdırıyordu. Zamanında babamı empoze etmek için giriştikleri binbir türlü yolda bir çok kayıp vermişlerdi. Lilliana, babamla evlenmek istediğini açıkladığında ve hatta biz doğdumuzda çıkan iç savaşları, annemi anlattığı kadarıyla az çok biliyorduk. Safkan olmak ayrıcalıktı. Ama melez olmak... Bu ayrıcalıktan çok, tehlikeliydi.

Vampirler topluluk halinde yaşamazlar, evet. Fakat çoğunluğumuz hakim olduğu bir bölge tabii ki var. Birkaç safkan dışında herkesin orada yaşamayı tercih ettiği. Normal bir insan gibi hızlı yaşlanmadığımız için göçebe hayatlar yaşamak zorunda kalıyorduk. Bir yerde uzun süre yaşadığımızda, özellikle bizim yaşımızda değilde birazda 35-40 yaşlarındaysanız, insanlar sizin neden yaşlanmadığınızı bir süre sonra sorgulamaya başlarlardı ki bu konuda ister istemez onlara hak vermek gerekirdi. Çevrenizde 40 yaşında fakat henüz 27-28'lerinde gösteren bir yetişkin görseniz, size botoks yaptırdığını bile söylese ona inanmanız zor olacaktır.

Yerdeki minderlerden birine oturup Lilliana'nın bize gitmeden önce verdiği ve bizim kaçıncı kez bitirdiğimizi bilmediğimiz günlüğünden rastgele bir sayfa açtım. Diğer elimdeki viskiden bir kaç yudum alıp, boğazımı yakarak kendince bir yol izlemesine izin verdikten sonra gözlerimi tekrar günlüğün sayfalarına çevirdim.

18.07.1996 / Çarşamba

Cross, bugün her zaman olduğundan daha suskun. Claudia ve Dairus için endişeleniyor olmalı. Farkındayım, çocuklarımızı kolay bir gelecek beklemiyor. Dışlanacaklar, ilk doğdukları gün olduğu gibi. Cross, şu an karşımda elinde bir kitapla bütünleşmiş gibi duruyor. Ne okuduğunu buradan kestiremesem de, sanırım tarihi kitaplardan biri.

Aslına bakılırsa benim için de kolay bir gün olduğu söylenemez. Etrafta her gün olduğu gibi yine bugün de bana itaf edilen kızgın bakışlar gördüm. Beni suçluyorlar, biliyorum. Bana kızgınlar çünkü melez biriyle evlenmemi kaldıramadıkları gibi, onun soyunu devam ettirip, ikiz melezler doğurarak onlara tehdit unsuru oluşturduğumu savunuyorlar.

Cross'da bu durumun farkında, ki zaten o yüzden bu kadar huzursuz. Aslında bizim asıl korkumuz onların güvenliği. Dairus ve Claudia... Onları buradan uzaklaştırmak zorunda kalabiliriz. Özellikle geçen günden sonra...

Lilliana

I'm Not Surrender | #Wattys2018Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin