Bölüm 3
Koridorun sessizliğinde, Annabeth'in zihni durmaksızın çalışıyordu, sanki biri kafasındaki içsesin sesini açmıştı. Düşünebildiği tek şey şuydu:
Cinsel organ. O bir erkeğin cinsel organıydı.
Her şeyi gördükten sonra onunla aynı odayı nasıl paylaşacaktı? Kişisel mahremiyet çekicin bardağı parçalaması gibi parçalamıştı. Geri kalan tek şey, elinde oda numarası yazan kağıt, oda arkadaşının adı ve onun şeyinin parlak bir Las Vegas tabelası gibi zihninde parlayan görüntüsüydü.
Hiç bir şey olmamış gibi davranmasının imkanı yoktu. Açıkçası, burası erkeklerle dolu bir yer olduğunan biraz çıplaklık görebileceğini tahmin edebiliyordu. Ama bir şeyi... o kadar erken görmeyi beklemiyordu. Daha öğle yemeği bile yememişti ve görmezden gelemeyeceği bir olaydı!
Saçını geri dönüşsüz bir şekilde kestirmeyi düşünmek olmasına rağmen, bu bambaşka bir seviyeydi. Bu asla unutamayacağı bir şeydi. Oradaydı. Her zaman orada olacaktı. Beynindeki kalıcı bir damga gibi. Sonsuza kadar. Ah, Tanrım!
Annabeth avuç içleriyle gözlerini ovuşturdu, renklerin karanlıkta dans etmesini sağladı, sanki bunu yapmak aklındaki görüntüyü silecekti.
Otuz altı numaralı odanın kapısı tıkırdayarak açıldı ve Annabbeth donakaldı.
"Ne yani? Sen benim yeni oda arkadaşım mısın?"
Konuşma tarzı tembelceydi, sanki bir kelimeyi söylemeye başlamış ama yarısında da vazgeçmiş gibiydi. Annabeth'in kalbi çılgınca atıyordu çünkü gördüğü şeyin sahibi onunla konuşuyordu.
Annabeth yavaşça arkasını dönmeden önce kimin en çok gücü varsa ona dua etti, ve oğlanı mavi bir boxer'la kapıyı tutarken görünce rahatladı. Tepeden gelen hafif ışık karnındaki kaslara doğru bir açıyla gölge düşürüyordu. Bronz tenliydi ve nemli saçları yeşil gözlerini çevreleyen alnına düşüyordu.
Oğlan sakince Annabeth'e bakıyordu, sanki çıplak olmak çok normal bir şeymiş gibi.
Sonra Annabeth bir erkek olması gerektiğini hatırladı. Soyunma odaları erkek sporcuların günlerinin bir parçasıydı. Bunun hakkında rahat olmalıydı, hayatında gördüğü ilk şeymiş gibi davranmamalıydı, çünkü -diğerlerinin de bildiği üzere- onda da bir tane bulunması gerekiyordu.
Kelimeler beyninden ağzına giden kısa yolculukta kaybolmuşlardı ve ağzından çıkan sadece uzun bir "Uhm...." Sesi oldu.
"Adın ne?" Dedi oğlan.
"Andrew Chase." En azından bunu ağzı işlevini kaybetmeden söyleyebiliyordu.
"Pekala Andy- tüm gün orada mı duracaksın?"
Biraz geriye çekildi ve Annabeth hızlıca içeri girdi.
"Grover taşındığından, sen üst ranzayı alıyorsun," dedi, "yani, umarım senin için sorun olmaz. Ve masan da işte burada." Dedi iki masanın duvara dayandığı köşeyi gösterirken. Masalardan biri gülümseyen insanlara ait fotoğraflarla, mavi kurdele ve ödüllerle kaplıydı. Hatta duvarda elle yazılmış PERCY BİZİM KAHRAMANIMIZ yazılı bir afiş bile vardı.
Odada ev havası vardı ve en son alınan duştan kalan duş jeli kokusu kokuyordu.
Annabeth çantasını ranzasının ucuna bıraktı. Biraz önce yaşadığı şoka kıyasla şimdi her şey geçecekmiş gibi hissediyordu, sanki burada işleri yoluna koyabilecekmiş gibi. Karnında uçuşan kelebekler geri gelmişti.
Percy masasına doğru ilerledi ve çalan müziği, hafifçe çalan arka plan müziği olana kadar kıstı. "Az önce olanlar için üzgünüm, seni akşama kadar beklemiyordum."
Annabeth çenesini sıktı, boynundaki kaslar kasıldı. Onun düşüncesi bile içinin burkulmasına sebep oluyordu. Hafifçe titredi ve bunu saklamak için boynunu hafifçe aşağı eğdi.
"Sorun değil, dostum. "
Percy ona "dostum" kelimesini kullanacak tipte biri değilmişçesine baktı. Belki de gerçekten diyecek biri gibi gözüküyordu. Hangisi Annabeth için daha korkutucuydu, karar veremedi.
"Ben senin hazırlanman için biraz dışarı çıkacağım. Kola ister misin?"
"Ah, evet. Ne kadar?"
"Benden olsun." Dedi ve ayağına bir çift ayakkabı geçirerek kapıdan dışarı çıktı.
Annabeth odaki okyanus kokusuyla yapayalnız kalmıştı. Annabeth'in perdelerin arkasında bir okuyanus saklandığını düşünmesine sebep oluyordu. Koku Annabeth'i rahatlatıyordu, omuzları yavaş yavaş aşağı düşüyordu. Onca zamandır bu kadar gergin olduğunu fark etmemişti bile. Annabeth derin derin nefes almaya çalıştı, ama göğsüne sardığı bandaj görevini o kadar iyi yapıyordu ki, bunu yapmak imkansızdı.
Annabeth'in bavulu üniforma giymediği zamanlarda vücudunun kırımlarını saklayacak kadar bol kazak ve kargo pantolonlarla doluydu. Hızlıca onlardan birini giydi ve nefes alabilmek için bandajı çıkarıp sardı ve cebine koydu.
Annabeth'in yerleşmesi pek uzun sürmedi, pedlerini dolabının köşesine, tişört yığınının altına sakladı. Aslen bir kız olduğunu oda arkadaşından saklamak çok zor olacaktı. Adetini durdurmak için elinden gelen her şeyi yapabilirdi. Eğer oda arkadaşı bununla ilgili en ufak bir şey bulursa başı belaya girerdi.
Yatağını düzenledikten sonra, masasını düzenlemeye başladı. Tüm kitaplarını alfabetik sıraya göre düzenledi. Her şey çok... düzenli görünüyordu.
Percy'nin koyduğu gibi aile fotoğraflarını koyamazdı, aksi taktirde tüm fotoğraflarda olan sarışın kızı herkes sorardı. Akademik başarısını kanıtlayacak bir ödülü ya da madalyası yoktu. Yanında taşıdığı tek kişisel eşya boynuna astığı babasının yüzünü ve evden çıkmadan aldığı bilgisayarıydı.
"İyi çalış." Demişti babası ona Herald Kızlar Lisesi'ne gittiğini söylediğinde sonsuz bir güvenle. Bunu dediğinde babası onu ziyarete gelmeyeceğine dair söz vermişti, böylelikle Annabeth derslerine odaklanacaktı. Annabeth'in babası onu Şükran Günü'nü onu tekrar görmek için iple çekiyordu.
Annabeth hayatındaki herkese yalan söylüyordu.
İstediği şeyleri yapmak için neleri riske attığını kimse anlayamazdı. En iyi mimarlık okulunun erkekler için olması adil değildi. Fakat bundan böyle istediği okula gidebilirdi, fiziksel olarak her şeyi başarabilirdi. Bir gün onun gökdelenleri New York'u çevreleyebilirdi.
Bir gün.
Ve bu da birinci gündü.
Annabeth'in gözleri Percy'nin masasına kaydı ve oradaki tüm fotoğraflara hayranlıkla baktı. Bir tanesini eline aldı. Gülümseyen, güzel bir kadın havuzun kenarında kollarını yaklaşık 10 yaşındaki küçük Percy'ye dolamıştı, Percy de aldığı ödülü gururla kameraya doğru tutuyordu.
Gülümsemelerinin benzerliğinden, Annabeth o kadının Percy'nin annesi olduğuna bir milyon dolara iddiaya girebilirdi.
Kadın, şu an çok gurur duyuyor olmalıydı.
Babası da onun neler yaptığını bilseydi o da onunla gurur duyardı.
Percy geri döndüğünde elindeki çerçeve neredeyse elinden düşüyordu. Percy fark etmeden onu yerine koydu.
"Bunların üzerlerinde adımı hiç bulamıyorum." Diye söylendi tek eliyle iki şişeyi tutarken ayakkabılarını bir köşeye fırlattı. "Alsana."
Percy ona bir şişe uzattı. Şişenin üzerinde ANDREW yazıyordu. Percy üstünde ROBERT yazan şişesinin kapağını bükerek açtı ve şişeden birkaç yudum alarak kendini yatağa bıraktı. Ve, ne kadar şanslı olduğu hakkında hiçbir fikri yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
I Got a Boy - Türkçe Çeviri
Teen FictionI Got a Boy - Türkçe Çeviri Bolt Akademi'de her şey vardı: prestij, refah, ün. Neredeyse bütün dünya liderleri, CEO'lar, sporcular bu kapıdan geçmişlerdi. Soyun şuydu ki, bu okul erkekler içindi. Bu okul ülkenin en iyi ve en zorlu mimarlık fakültesi...