"Uyanma vakti, tatlım. Üstünü giy ve yemekhaneye in. Senin için oraya bıraktım."
Hemşirenin sesiyle kalktım. Dün uyku ilacı verdikleri için hala biraz mayışık hissediyordum. Uyuyamadığım günlerde -ki hiçbir gün doğru düzgün uyuyamıyordum- uyumam için hemşireler uyku ilacı veriyorlardı. Sonuçta kimse hortlak gibi koridorlarda gezen birini görmek istemezdi değil mi?
Gerçi, uyusam da uyumasam da bir hortlağa benziyordum. Çirkin ve çelimsiz bir vücuda sahiptim. Yaşıtlarımın aksine olması gereken kilolarımın olmaması ve üstüne bir de saçlarımın olmaması bu duruma sebep oluyordu. Aynalarla bağımı uzun bir süre önce kesmiştim. Gerçeklerden kaçmak ve yalanlara sığınmak dedikleri bu olsa gerekti.
Çünkü yaptığım tam olarak buydu.
Yıllar önce odada ayna bile bulundurmuyordum, kendi yansımamı görmek adeta bir fobi etkisi yaratmıştı üzerimde. Günden güne gözaltlarımın çöküşü, omuzlarımın pes etmişçesine düşmesi, solgun bakan gözlerim ve saçlarım...
Olmadıklarını söylemiştim öyle değil mi?
Benimle ilgilenen doktora aynalara bir fobim olduğunu ve onlardan korktuğumu söylemiştim. Önce beni ciddiye almadı, daha sonra işin ciddiyetini anladığında odadan tüm aynaları ve yansıma yapacak her türlü şeyi kaldırtmıştı. Aynalara baktığımda hayalet göreceğimi sanıyordu sanırım. Bilirsiniz, korku hikayelerinde ürkütücü ana karakterler aynadan size gülümseyerek baktığında sizin de korkmanız olası bir durum olurdu. Ancak doktorun kaçırdığı önemli bir şey vardı, burada o korkutucu ana karakter bendim ve kendi yansımamdan korkan da bendim. Tuhaf değil mi?
Bu dediğim gibi yıllar önceydi çünkü bunları size anlatırken bir yandan da boy aynama bakmam oldukça ironik bir durum olurdu. Hala kendimi tam olarak sevdiğim sayılamazdı ancak en azından tiksinti ya da korku gibi şeyleri yenebilmiştim. Çünkü benimle ilgilenen doktorun yerine yeni bir doktor gelmişti.
Jeon Jungkook.
O, diğer doktorun yaptığının aksine benimle sanki arkadaşmışız gibi muhabbet etmiş, sorunlarımı ve rahatsız olduğum şeyleri tamamıyla öğrenip yardımcı olmaya çalışmıştı. Mesela önümden aynaları almak yerine yatağımın hemen yanına bir boy aynası almış ve her sabah gelerek sevdiği fiziksel özelliklerimi sayıp durmuştu. Hem de her ne kadar ağlayıp bakmak istediğimi belirtsem bile. Sahiden, bakmamak için her türlü şeyi yapıyordum ancak o bana bakmam konusunda ısrar ediyordu.
İtiraf etmeliyim, bazen aynada kendime bakmak yerine onun yansımasına bakıyordum. Muhtemelen yeni uyanmasından dolayı dağılmış saçları, sanki içine galaksileri sığdırmışçasına parlayan gözleri, bir tavşanı andıran gülümsemesi ona güvenmemi sağlıyordu. Bir uçurumun kenarındaymışım da tüm ruhumu Jungkook'a teslim etmişim gibi hissettiriyordu. Belki de bu yüzden onun dediklerine inanmışımdır.
"Sen çok güzelsin Jimin biliyorsun değil mi? Gülünce kısılan gözlerini dünyadaki en yakışıklı kişiye bile değişmezdim."
Yalan mı söylüyordu emin değildim. Ancak inanmaktan başka bir seçeneğim yokmuş gibi hissediyordum. Yine gerçeklerden saklanıp yalanlara sığınmıştım.
Ya da Jungkook'a.
Perdeleri açtım ve günışığının içeri girmesine izin verdim. Bugün iyi bir gün olacak gibiydi.
"Merhaba Bay Güneş!"
Güneşe elimi salladım ve hafifçe gülümsedim. Güneşli günleri seviyordum. Güneşli günlerde mutlu hissediyordum çünkü. Yağmuru ise hiç sevmezdim.