Ablamla ben iki yaramaz, fırlama kardeştik. Babam ve annem uzun yıllar önce Anadolu'nun bir taşra kasabasından bu büyük kente göç etmişler. Ablamla aramızda iki yaş fark vardı. Büyükşehirde olsak da küçüklüğümüz yoksul bir kenar mahallede geçti; hatırlarım. Aslında çok iyi hatırlıyorum... Sürekli mahallemizi daraltan inşaatlardan arta kalan arsalarda koşturur dururduk. İnşaatların o beton küfü, serin-sulu kokusunda soğuk taşlara oturarak salça ekmek kemirmek nefes almak gibi bir şeydi. Bazen de ekmeğe sürülmüş margarindeki beyaz şeker kristallerini yalamak...
Ben, kalın tül kirpiklerimin altında, iri kahverengi tahta boncuk gözlere sahip minik bir peri kızıydım. Ablam benden daha iriydi. Doğum gününde giydiği laylon, pembe, bol ve fırfırlı elbisesiyle tombul bir civcivi andırıyordu.
Babam bize her zaman kitap okumamızı salık veriyordu. Bu konuda takıntılıydı. Evde bizi ne zaman boş görse boyumuzdan büyük kitapları zorla önümüze koyar, okuyup ona özet çıkarmamızı isterdi. Kendisi de evde, tuvalette, işe gidip gelirken; aslında her zaman ve durmadan kitap okurdu.
O gün kendi evimizde ablamın 15. yaş gününü kutlayacaktık. Uyduruk petibör pasta hazırlanmış ve kesilmeyi bekliyordu. Mahalleden davet ettiğimiz kızlı erkekli arkadaşlarımızdan dokuz tanesi ev partimize katılmıştı. Kasette Tarkan'ın "Kıl Oldum Abi" şarkısı çalıyordu. Birden kapı açıldı ve babam içeri girdi. Tıpkı futbol hakeminin maçı sonlandırması gibi bir etki yaratmıştı. Herkes çil yavrusu gibi bir mindere dağıldı. Babam:
"Bu ne yaw, ne gerek var bu kadar gürültüye? Böylesi bi şarkının kime ne yararı var?" dedikten sonra kitaplıktan on beş kadar kitabı eline alıp büyük küçük herkese dağıtmaya başladı. Kitap uzatılan bazı çocuklar muz uzatılan maymunlar gibi babamın eline bakıyorlardı. Neyden sonra babam duraksadı ve hediyelere doğru yürümeye başladı. Arkadaşlarımızdan dördü ablama çeşitli hediyeler getirmişti. Ancak bu armağanlardan yalnızca bir tanesi kitaptı. Babam kitabı görünce delirdi; ne yapacağını şaşırdı. "Bu hediyeyi kim getirdi," diye sordu. Kız arkadaşlardan Eylem elini kaldırdı ve "Ben getirdim." dedi. Babam kızın yanına gitti ve "En iyi hediye kitaptır." dedikten sonra ablama dönüp: "İşte senin en iyi arkadaşın da bu kızdır." dedi. Kız şaşkınca teşekkür etti. Babam odadan çıktı. Beş dakika sonra da herkes dağıldı. İşte babamınki böylesi acımasız bir entelektüellikti...
Ablam ilişkilerinde benim kadar seçici değildi. Aslında "Ben seçilmem, seçerim." mantrasını ne kadar benimsese de gerçek öyle değildi.
On sekizli yaşları yeni geçmişti. Artık güzel bir kızdı ve erkekleri peşinden koşturuyordu. Onunla beraber olmak isteyen bir sürü pipili arkadaşı vardı. Nasıl bir beraberlik olduğunu anladınız. Ara-sıra anneme dert yanarak bu durumu anlatıyor; annem de doğulu serzenişiyle buna karşı çıkınca, dayanamayan ablam tek eliyle kavunun ağırlığını tartar gibi hareketlerle havayı okşayarak"AŞ BUNLARI ARTIK GÜLDÖNDÜ HANIM AŞŞŞ!" diye bağırıyordu. Beraber olduktan iki ay sonra çocuk bunu bıraktı. Sıra anneme gelmişti. Bir ay boyunca ablamın başının etini yedi:
Annem ablamın ağzını yaslayarak "Aşş punları aşş Gülg*ttü hanım aşşş! Al işte eloğlunun çükünün peşine düşersez a beyle t*şşağa sarılırsız."
Ablam yirmi beş yaşına geldiğinde artık erkekleri parmağında oynatmak konusunda ustalaşmıştı. Üç tane sevgilisi vardı. Hani ideal kızlar için söylenen meşhur deyim vardır:
"Sokakta hanımefendi, mutfakta aşçı, yatakta oro*pu."
Ablam da ondan ilham almış olacak ki aynısının erkek versiyonu için arayıştaydı:
"Sokakta kabadayı, evde centilmen, yatakta s*kilatör."
Bu üç ideal yetenek tek bir vücutta hayat bulamadığından, o, üç ayrı koca adayıyla aynı anda flörtteydi.