yabancı bir şehir

115 12 4
                                    

*
italik- Korece

kalın italik - İtalyanca

düz - İngilizce

*

Önceden yer ayırttığı küçük pansiyona sekiz buçuğa kadar giriş yapılması zorunlu olduğundan yetişemem korkusuyla koşa koşa geldi. Sırtındaki büyük çantanın altında eziliyordu sanki. Kapıyı güç bela iterek antreye girdi. Masanın arkasında oturan yaşlı kadın leylak saçları esmer teniyle tezat oluşturan genci şöyle bir süzdükten sonra cilveyle konuştu, "Nasıl yardımcı olabilirim, ragazzo carino*?"

"Geçen hafta telefonda görüşmüştük Bayan Bellini. İsmim Jongin Kim, tek kişilik oda ayırtmıştım." Kadın önünde duran defteri açıp sayfaları çevirdi. "Demek o nazik genç adam sendin." Lafı uzatıp vakit kazanmaya çalışırken bir yandan da sayfaları tarıyordu. "Ah, işte burada. Dördüncü kat, on dördüncü oda senin. Peşimden gel de götüreyim."

Bayan Bellini bütün ısrarlarına rağmen gencin elindeki bavullardan birini alıp merdivenleri ağır aksak çıkmaya başladı. "Tek sayıları sevmiyorum, o yüzden oda numaraları hep çift sayı. Her katta iki oda var. Senin komşun da on iki numara." Konuşurken nefes nefese kalmıştı.

" Ne olursunuz bırakın da ben taşıyayım, çok mahcup hissediyorum." Genç adam bavulu almak için uzandığında kadın kesik nefeslerin arasından cevap verdi, " Çanta ağır değil, ragazzo carino. Büyükanne Bellini çok yaşlı. Haydi, al bavulunla anahtarını da yukarı çık. Sabah kahvaltısı dokuzda bitiyor. Bir dakika geç gelirsen kafanı kırarım."

Gülümsedi ve kalan iki katı çıktı. Taşıdıklarını yer bırakıp kapıyı açtı. İçeriye şöyle bir göz attı: Bir gardırop, tek kişilik bir yatak, bir komodin, tek kişlik bir koltuk, muhtemelen banyoya açılan bir kapı, cam kenarındaki köşeye dayalı geniş bir çalışma masası, altındaysa bir mini buzdolabı. Eh, bu fiyata böyle güzel ve konforlu bir oda beklemiyordu doğrusu.

Aşağı yukarı bir saat sonra tamamen yerleşmiş sayılırdı. Çalışma masasının sağ tarafında seyahatlerde kullandığı ses sistemi, diz üstü bilgisayarı ve altmışlardan kalma fakat hâlâ iyi durumda olan stereo pikabı; sol tarafındaysa ihtiyaç olur diye getirdiği su ısıtıcısı, bitki çayları, üç kupa, iki kase ve çatal kaşık duruyordu.

Yolculuklar ona hiçbir zaman iyi gelmezdi. Ya yol tutardı ya da migreni. Jongin her zaman yol tutmalarını migrene tercih ederdi fakat sol gözünün uyuşması bu defa migreninin tuttuğunu gösteriyordu. Zencefil çayı bu illeti biraz olsun yatıştırırdı. Çantasından bir buçuk litrelik suyunu çıkarıp su ısıtıcısına iki kupaya yetecek kadar su koydu. Kaynamasını beklerken telefonundan haberlere şöyle bir göz attı.

Çat. Kapak kilidinin açılmasıyla elindeki telefonu bırakıp yasemin desenli beyaz kupanın içine kaşığının ucuyla toz zencefil koydu. Üzerine azar azar su ekledikten sonra bir süre yoğun aromanın sıcak suya karışmasını bekledi. Demlendiğine emin olduktan sonra elinde çayıyla yatağına oturup bacaklarını uzattı. Oturana kadar ağrıdıklarını fark etmemişti bile. Güzel bir şarkı açtı ve kafası yatak başlığına yaslı, çayını yudumlamaya başladı.

***

"Neredeyiz?" diye sordu birden. Etrafının farkına ilk defa varmış gibiydi.

"Komagome" dedim. "Biliyor muydun? Geniş bir tur attık, biliyorsun."

"Niçin geldik buraya?"

"Sen geldin. Ben sadece seni takip ediyordum." **

Akşamüstü uykusundan sonra kitap okumaya başlamışken birdenbire gelen müzik sesi dikkatini bütünüyle dağıttı. Gözlerini kapatıp sözleri yakalamaya çalıştı.

" Yine kendi başımayım,

Güneş hâlâ parlasa bile

Anlam, dil ve arkadaşlar olmadan

Sadece zamanın akışı var. "

Şarkı çalmaya devam ederken Kyungsoo kendi kendine gülümsedi. Yabancı olduğu bu şehirde yalnız değildi. Kitabını yeniden eline alarak içinde oluşan rahatlamayla okumaya kaldığı yerden devam etti.

*ragazzo carino: İtalyanca güzel çocuk

** Haruki Murakami - İmkânsızın Şarkısı'ndan bir kesit

Sanırım devamı gelmeyecek.

Next RoomHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin