Ufuktan ziyade bir yaz güneşi,
Yüz yakan iç ısıtan.
Birkaç damla sessizlikle akşamı kovalar.
Asiliğine boyanmış derin okyanuslar.
Dinlemiyor dinlenmiyor düşünceler.
Gidişler ertelene duruyor.
Bekleyişler sürekli revaçta.
Kaldırımlar mor kokuyor,
Gökyüzü az siyah çok mavi.
Sesler karışmış birbirine.
Kim bu uzaktan bağıran dahil.
Anlamaz mı hiç yalnızlık deminden.
Yada korkar mı yalnızlık sonrası süregelenlerden.
Çok mu salak yoksa çok mu bilgin.
Sorsalar der ki; eflatun,a yolu ben gösterdim.
Tolstoy bisikletini almış benden.
Neil'e o hayali ben söyledim.Çok yazmış, çoğu silinmiş.
Kalanlar kuytu köşelerde.
Küflenecek o nemin içinde.
Sen yorgun hissedersin kendini,
O seni görünce yorulmuş.
Yağmur yağmış şehre, o kuru , sen ıslak.
Atar kendini sokaklara.
Biri geçti burdan kupkuru gözler ıslak elbiselerle.
Kokusubı takip edemiyorum dağılmış tüm şehre.
Kaçmıyor da bulamıyorum da.
Bu ne biçim bulmaca. Köşede yaşlı bir amca, elinde kaçak tütün.
Bir yudum istiyor ve soruyor. Biri geçti mi burdan gülüşü tıpki cennet gibi.
Başı iniyor amcanın cennet nedir hiç bilmedim ki.
Oturuyor yanına genç adam amcanın.Bak şimdi,
Bu kaldırım taşları arasında binlerce papatya düşün.
Ve kimse basmıyor üstlerine.
Şu cadde de araba yerine kıpkızıl bir şerbet geçiyor.
Şu binalar papatyalara gölge oluyor.
Ve sen şu yüksek binada oturmuş saarlerce izliyorsun.
Gülümsüyor amca.
Ben cennet nedir bilmem ama sen görmüşsün belli. Yolun uzun, meşakkatli, sabır istiyor belki.
Ama yürü sen bulmuşsun cennetini kaybetme. Biz kendi cehennemimizde yaşamaya devam ediyoruz senin yerine de