Babam yatakta yanıma oturduktan sonra her zaman cebinde taşıdığı mendille ıslak yanaklarımı sildi.
"Oğlum." dedi şefkatle gülümseyerek. "İkiniz de bu kadar aşıkken, ne gerek var birbirinizi üzmeye?"
Susup derin bir nefes aldı.
"Ben senden bile gençken bir oğlanı çok sevdim, ona hiçbir zaman bunu söyleyemedim ama. Söylersem belki zamanla o da beni severdi, ya da belki çoktan seviyordu. Ama kendimde o cesareti bulamadım hiç. Sonra da zaman varken söylemediğime çok pişman oldum." Gözleri dolmuştu.
"O kanserden öldüğünde on sekiz yaşındaydı, benden bir yaş küçüktü. Ben ona söylemek istediğim her şeyi, mezar taşına bakarak anlattım. Eğer annenle tanışıp yaralarımı sarmasına izin vermeseydim, çoktan onun yanına gitmiştim bile."
Elinin tersiyle gözlerini silip burnunu çekti.
Elini dizime koyup sımsıcak bir gülümseme yolladı bana.
"O yüzden oğlum, sevdiğinin kıymetini bil. Çok geç olmadan onu geri kazanmaya çalış, yaralarını saracak birini bulmak zorunda kalma. Senin de pişman olmanı istemiyorum."