Kore'deki sekizinci ayımda nihayet düzgün bir iş bulabilmiştim.Kısa süreli düşük maaşlı yorucu işlerden sonra zengin ailelerin çocuklarına İngilizce özel ders vermek, güzel bir fırsattı. Moralim hızla yağan yağmurun bile bozmayacağı kadar iyiydi. Anlaştığımız saatten on dakika erken gelmiş olmanın verdiği mutlulukla zile bastım. Herkes prensip sahibi insanlarla çalışmayı sever. Kapıyı sade giyimli otuzlu yaşlarda bir kadın açtı.
Güven vermeye çalışan bir gülümseme takındım.
"Merhaba ben Dawn, İngilizce..."
Cümlemi tamamlayamadan kadın "Evet. Buyurun içeride sizi bekliyorlar. " dedi düz bir ses tonuyla.
İçeri girdiğimde dışarıdan o kadar da büyük görünmeyen bu evin aslında ne kadar büyük olduğunu fark ettim. Üç kişilik bir aile için fazla değil mi, diye geçirdim içimden.Diğer yandan kendi küçük odamı düşünüyordum.
Öğrencim ve annesi beni bekliyorlardı. Beni görünce öğrencinin suratında zoraki bir gülümseme belirdi.
" Merhaba. Sizinle telefonda konuşmuştuk, bu kadar genç olmanızı beklemiyordum. Bu öğrenciniz Chan." dedi kadın.
"Aa doğru ben de annesi Seo Hyun" diye de ekledi gülümseyerek. Lee Seo Hyun'a gülümsedikten sonra geleneklerine alıştığım bu ülkede eğilerek selam verdim.
" Merhaba ben Dawn Corey, senin yeni İngilizce öğretmeninim" dedim olabildiğince sevimli olmaya çalışarak. Sevimli ses tonum, çocuğun suratındaki somurtmaya çarparak yere düştü. Enerjimi düşürmemeye gayret ederek anneye döndüm.
" Burada mı çalışacağız?"
Anne oğluna doğru eğildi.
"Chan öğretmenine çalışma odanı göster ve lütfen saygılı ol." dedi çocuğa sert bir bakış fırlatarak.
Merdivenleri o kadar yavaş çıktık ki bir an tüm ders saatinin burada geçeceğini düşündüm.
Odaya vardığımızda ilk öğrencim olan Lee Chan aynı somurtkan suratla çalışma masasına oturdu. Ders sırasında da pek konuşmayan bu çocukta bir terslik vardı. Yine de bu benim işte ilk günümdü o yüzden kurcalamamaya karar verdim.Aşağı salona indiğimizde annesi benimle konuşmak için bekliyordu.
"İlk ders için nasıldı?" diye sordu.
Ben de ilk dersten kötü bir izlenim olmadığını ve şimdilik iyi olduğunu söyledim. Oysaki ders boyunca Chan anlamsız ve boş bir ifadeyle beni dinlemişti.
" Anne ve babanız Amerika'da mı? Ne işle uğraşıyorlar?" diye sordu Lee Seo Hyun. Telefonda konuşurken Amerika'da doğup büyüdüğümü söylediğim aklıma geldi, kadını incelerken. Pahalı kıyafetleri ve koyu makyajına göre fazla sevecen davranıyordu.
Boğazımdaki yumruyu yok saymaya çalıştım.
"Onları kaybettim. İkisi de doktordu."
Bir sessizlik salonu doldurdu.İnsanlar kendileri sahip oldukları şeyler sizde yoksa utanırlar. Ama ben bunu aşmıştım. En azından artık anne-baba kelimelerini duymak beni saatlerce ağlatmıyordu. Birbirini kovalayan saniyeler ardından " Üzgünüm" dedi.
Ben de önemli değil anlamında kafamı salladım.
"Eğer boş gününüz varsa bir kaç arkadaş daha özel ders için öğretmen arıyordu." dedi konuyu değiştirmeye çalışarak.Belli ki kendisini suçlu hissetmişti.
"Evet boş günüm var. Telefon numaramı verebilirsiniz." dedim. Burada söyledikleri deyim doğruydu, anlaşılan. Her sıkıntının ardından mutluluk gelebilirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DRIZZLE
Fanfiction"Ateşe verdim yağmuru,yağışını izledim yüzüne dokunurken O yandı ben ağlarken, çünkü ismimi bağırdığını duydum, benim ismimi..."