Genç adam saatine son bir kez daha baktı. Uçağının kalkmasına yaklaşık olarak 15 dakikalık bir zaman vardı. Ufak bavulunu peşinden sürükleyerek kendi için oturacak sessiz sakin bir yer bulma arayışına geçmişti. Bu arayış pek uzun sürmedi. Kuytu bir yerde bulduğu, çevrede sadece uyuyan insanların olduğu bir bank bulmuştu. Ses çıkartmadan o banka geçti. Aklında sürekli olarak dönen bazı soru işaretleri vardı. O gün, neden içindeki her şeyi bir çok kamera karşında dile getirmişti ki? Bu insanları deyimi ile bir tür patlama noktası mıydı? Hayır o öyle birisi değildi. Yalnızlığı ona çok şey öğretmişti, özelliklede sabır etmeyi. Farklı bir şey olmalıydı, bir güç ona bunları söylemişti. O bunların üzerine pek değinmek istemedi, belki de değinseydi ne olduğunu kavrardı. Ama o bundan korktu, kaçtı. Sahi her zaman böyle yapmamış mıydı?Seslice yutkunarak başını öne eğdi. İçindeki his onu sarsıyordu. Hiç bir yere ait hissedemiyordu ve takdir ettiği yazarlardan biri olan Dostoyevski'nin deyişiyle bu dünyanın en zor hissiydi. Yorgundu, vasat bir vaziyetteydi. Kimse bunu göremiyordu çünkü kimse ona bu vakite kadar kalbi ile bakmamıştı. Uçağının kalkacağını bildiren bir anons duydu. Bu anons onu bu düşüncelerden arındırmış olacak ki, beklemeden yerinden valizi ile kalkmış uçağa giriş yapmak için ilerliyordu. Bazı güvenlik önemlerinden geçti. Bunları yaparken gözü hep arkasındaydı. Birisinin onu uğurlamaya gelecek olması umuduylaydı. Son umut kırıntısıda güvenlik önlemlerinin sona ermesi ile yok olmuştu.
Hostes, biletini istemesinden sonra ona business bölümündeki yerleşmesi gereken koltuğu gösterdi. Gösterilen koltuktaki yerine geçmesinin ardından geriye doğru yaslandı ve gözlerini kapattı. Henüz yolculuk başlamasa bile, şu an güzel bir uyku çekmenin tam sırası olabilirdi ve öyle de yapmış olacak ki; kısa bir sürenin ardından kendini uykun sıcak kolları arasında bulmuştu.
Yaklaşık olarak yarım saatlik bir uykunun ardından yoğun bir sarsıntı ve yüksek çığlık seslerine uyanmıştı. Herkes bağırıyor, dualar ediyor, kimisi telefonları ile yakınlarına ulaşmaya çalışıyordu. O ise uyku sersemliğiyle ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Bulunduğu koltuktan destek alarak ayağı kalktığında, bir kadının bağırışı onu beyninden vurulmuşa çevirmişti. Düşüyorlar mıydı? Göz bebekleri büyüdü, kalbinde bir sıkışma hissetti. Ayakta uzun süre kalamamıştı. Dolu gözleri ile ellerini dua etmek adına başının önünde birleştirdi. Alnını ellerine dayayarak önemsediği insanlar, çalışanları, uçaktakiler o an aklına gelen herkes için dualar etmişti.
Sarsıntı giderek arttı, sarsıntının beraberinde çığlıklarda artmaya devam ediyordu. O düşüş hissini iliklerine kadar hissetmeye başlamıştı. Sarsıntının etkisi ile bedeni yalpalanıyordu. Kafasını ve vücunun belirli bölgelerini sert yüzeylere çarpmıştı. Canı yanıyordu ama bu acı yakın zamanda bitecekti. Hemde çok yakın zamanda. Çığlıklar kesildi, düşüş hissi sona erdi ve o bilincini tamamıyla yitirdi..
Lia Fang kan ter içinde kalmış bir şekilde, nefes nefes doğruldu yumuşak yatakta. Bu da neyin nesiydi? Bedeni tonlarca yük altında kalmış gibi hissediyordu. Gariptir ki rüyasında da aynılarını hissetmişti, öldüğünde.. Yüzünü elleri arasına alarak saniyeler kadar öylece kaldı. İçinden "Sadece bir rüya." diye tekrarlıyordu. Kulaklarına dolan ses onu düşüncelerinden ayırmıştı. Bu annesinin sesiydi. Kahvaltı etmesi ve kayıtlara geç kalmaması için bas bas bağırıyordu. Kayıtlar! Bugün konservatuar için olan kayıtların son günüydü.
"Hay sikeyim!"
Bir küfür savurarak fırladı yataktan. Vakit kaybetmeden banyoya koşmuştu. Aynadaki yansımasına baktı. Uykusunda resmen oluk oluk ter akıtmıştı. Yüzüne soğuk bir su çarparak kenarıda bulunan havluya kuruladı. Annesi hâlen aşağıdan bağırıyordu. Hızlı adımlar ile banyodan ayrılarak mutfağa indi. Annesi elleri belinde, çatık kaşları ile onu bekliyordu. Annesinin yanağından bir makas alarak kahvaltı masasına oturdu.
"Aw.. benim meleğim neler hazırlamış öyle."
Tam çubukları eline alıp masadakileri silip süpüreceği sırada annesi tarafından eline bir tokat inmişti.
"Saat kaç oldu? Kalk giyin! Günlerdir dil döküyorum sana, oğlum diyorum artık kayıdını yaptır diyorum yine so-"
Lia Fang onu dinlemiyordu. Televizyondaki adamın söylediklerine odaklanmıştı. İkinci bir hayat mı? Bunun bir saçmalık olduğunu düşünüyor, öte yandan ise kilitlenmiş bir şekilde adamı izliyordu.
"Tanrı bazen, yeteri kadar ilgi veremediği kullarına hayattayken gerçekleştiremediği/ içinde ukde kalan şeyleri yapabilmesi için onlara ikinci bir şans tanır. Bu ikinci şansı tanındığı vakit eğer kişinin eski kaderi tekrarlanırsa, ruh araf denilen yere ebedi şekilde hapsedilir."
Gözünün önünden âdeta bir film şeridi gibi gördüğü rüya geçmişti. Bu ona bir işaret olabilir miydi? Kesinlikle paranoyaklık ediyordu. Rüyalar sadece bilinçaltının ona oynadığı küçük oyunlarda ibaretti. En azından o, televizyondaki adamın söylediklerinin devamını dinleyene kadar öyle sanıyordu.
"Gördüğünüz düşler bazen haberci meleklerinizin bilmenizi istediği şeyler olabilir. Önceki hayatınızın varlığı hakkında şüpheleriniz var ise daha önce hiç yaşamadığınız ama uyandığınız zaman o duyguları iliklerinize kadar hissettiğiniz rüyalara odaklanın. Onlar size cevabı vereceklerdir."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
second life : ztao
Ficción GeneralTanrı'nın sesimi duyduğu ve yüzümü güldürdüğü tek an. Her şeyi düzeltmem için bana verdiği ikinci şans. Bu şansı iyi değerlendiremeyecek olmam üzücü. Tanrı ile aramızdaki buzlar hiç bir zaman erimeyecek. Peki ya ben kim miyim? Ben Edison, mutluluk...