1.0

137 14 5
                                    

Chittaphon Leechaiyapornkul 🥸

Ten çoğu zaman yaptığı gibi yine Tae'nin okulunun önündeki kafede oturuyordu. Taeyong'u görmesinin tek yolu orada oturup teneffüs zillerini beklemekti. 2.5 aydır Tae'yi hep uzaktan izliyordu. Bundan her ne kadar bıkmış olsa da yapacak başka bir şeyi yoktu. Karşısına çıkamazdı. Taeyong ona neden gittiğini sorardı ve Ten'in buna verecek doğru düzgün bir cevabı yoktu. Ten, Taeyong'un her şeyini özlemişti.
Kokusunu.. Yumuşak saçlarını.. Ellerini.. Dudaklarını.. Ona sıkı sıkı sarılmayı.. O iki kol ona sarılıyken huzur bulmayı, mutlu olmayı ve sayamadığı diğer bir çok şeyi çok özlemişti.

Mutlu olmayı özlemek.. Fazla acizce değil mi? Acı çekiyorsun ve bu acının sonunda mutlu olabileceğini düşünüyorsun, mutlu olamayınca kaderinin böyle olduğunu düşünüyorsun. Sonra da kaderine sövüyorsun. Ama sorunu kendinde aramıyorsun. Yaptığın şeyin sonunu düşünmüyor ve kafana göre haraket ediyorsun. Komik değil mi? Her yaptığın sana doğru geliyor. Hiç düşünmüyorsun "yaptığım şey ya doğru değilse?" diye. Sonra acı çekiyorsun hem fiziksel hem ruhsal. Peki hangi acı daha baskın kalıyor? Ruhsal değil mi? Sonrasında psikolojin alt üst oluyor. Gülmeye hasret kalıyorsun. En çok da bu yakıyor belki de canını. Gülmek istiyorsun ama bunun için bile gücünün olmadığını düşünüyorsun. Bir süre sonra da depresyon çalıyor kapını.. Belki de sonu ölümle biten, kurtulmak için çok zorlandığın, her gün seni yiyip bitiren, yavaş yavaş seni herkesten soyutlayıp, ölümden başka kurtuluşun olmadığını düşündüren bir depresyon.
Peki ya sonra? Ya ölüm ya da hissiz bir hayat. Hangisi sana cazip geliyor? Ölüm mü? Hissiz bir hayat yerine ölümü tercih etmek daha mantıklı gelir çoğu insana. Soğuk vücut ve sonsuz uyku, belki de sonsuz mutluluk.

Ten gittiğinden beri hep bunları düşünmüştü. Elbette böyle şeyler düşüncesinin tek sebebi Taeyong degildi. Ölümün soğuk kolları hep onu çağırıyor ve sarılmak istiyordu. Tekrar geri geldiğinde ise tüm bu düşüncelerinin saçma olduğunu düşünmeye başlamıştı. Taeyong'u ilk gördüğü anda istemsizce gülümsemişti. O fazla kusursuzdu. Sanki Tanrı onu yaratmak için ayrı zaman harcamış gibiydi. Böyle bir görüntüyü her gün görmek yerine neden ölüme gitmek isterdi ki insan?

Garsonun getirdiği kahveyi yudumlarken okulun içine doğru yürüyen Taeyong'u izliyordu. Ten, Tae'nin hâlâ Jaehyun'u unutamadığının farkındaydı ama pes etmeye de niyeti yoktu. Taeyong okulun içine girince kalkıp lavobaya doğru ilerleyecekti ki telefonuna gelen mesajla telefonu eline aldı.

Lee Taeyong:
Amacın ne?

::☁::

Yazdıklarımı okuyayım dedim ve fark ettim ki yazarken baya kendimle çelişmişim ama kasmayın amaaan okuyun geçin

ˈklo͞oləs || tae&tenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin