Önce melek dendi kadına, bir adam melek diyordu. Garip bir melek...
Saftı kadın, temizdi. Sevmeyi bir türlü öğrenememiş, kalbi hep en olmadık yerde yarım kalmıştı. Korktu önce uzak durdu; " Ya seversem, ya böyle özgürce uçmuşken hep kanatlarımı ateşe verirsem? " Ve korkularıyla kendini derin sulara bıraktı, yüzmeyi öğrenmemişken üstelik.
Sevdi kadın, çok sevdi. Bir eli sıkı sıkı tutmayı öğrendi ve elinin ne kadar sıkı tutulabileceğini. Sakınılacak kadar her şeyden, ayaklarının altı öpülecek kadar sevildi. O küçük dünyasına kocaman bir güneş doğmuştu, hiç görmediği için en büyüğü oydu ve hiç hissetmediği için en güçlü hisleri ona duyduklarıydı. Severken ve tanırken tüm kötü yanlarını, tüm kaanlığını göz ardı etti adamın. Adam seviyordu evet ama severken de yıpratıyordu. Gülüşlerini çalıyordu, gözyaşlarını çoğaltıyordu kadının.
Kadın herkesten neyini sakınmışsa almıştı adam, başarmıştı. Artık sadece kendinden alınanlara yakın olmak için duruyordu kadın, gitmek istemiyordu. Neyi varsa onundu artık. Git deseydi ne yapacaktı? Kime, nasıl anlatacaktı?
" Bana bağlı olduğunu düşünme , insanız sonuçta her şey olabilir. Ayrılabiliriz de... "
Sonra bütün hayalleri yıkıldı kadının. Her şeye razı olacaktı oysa. Karanlığını da sevecekti; o kısık, yanmak için çabalayan ışığını da... Ama olmazdı artık. Düşündü, günlerce ve gecelerce sustu. Artık tek verebileceği sessizliğiydi. Kaybettiklerini düşündü ve bunların arasında hiç geri gelmeyecek olanları.
Ve bir kadın için, inanın bundan daha yıkıcı, iz bırakacak ve tüm duygulara küstürecek bir şey daha olamazdı.
Sonra mı?
Bir rüzgardı; öyle şiddetliydi ki kadının ışığını çaldı önce, saçlarını dağıttı, kalbinde her şeyi toz duman etti ve en son kalbini parçaladı. Öyle küçük parçalara ayırdı ki zor olsun istedi birinin tekrar gelip sevmesi.
Topladı kadın bütün eşyalarını. Bir saç tokası ve gece yatarken giydiği bir tişört kaldı ondan geriye. İçindeki tüm boyun eğmeleri saklarcasına bu kez dik durdu. Yutkundu, boğazına bir acı oturdu. O an da anladı ki tüm yaşadıkları, tam orada, o acıyla birlikte duracaktı. Güçlü görünmeliydi, ağlamamak için direndi.
O şehri, o adamı, o evi, birlikte yürüdükleri sokakları, kahvaltıları, denize karşı içilen kahveleri, her şeyi terk etti kadın. Ve adam, bir daha bulmamak üzere kaybetti kadını...
Kadın..
Çok uyudu, tüm yaşanmışlıkları unutmak istercesine, yaralarını tek başına sarmak için uyudu. Gecenin karanlığına tahammülü yoktu. Kendiyle baş başa kaldığı zamanlar en büyük düşmanıydı artık. Günler geçti, aylar, mevsimler ve acılarla tam bir yıl devirdi. Zaman zaman ilaçlarla ve çoğu zaman uykularla geride bıraktı bir yılı. Sonra daha az ağlamaya başladı ve daha az düşünmeye. Git gide belki de hiç ağlamadı.
Adam sevmişti bile çoktan birini, sevecekti de. Kadına kurduğu bütün cümleleri kurarak sevdi bir başkasını.
Herkesleştirerek sevdi, basitti ve en kötüsü gülünçtü artık..
Ne mi öğrendi kadın ?
Kaybettikleri geri gelmeyecek, onlarla yaşamayı öğrenmeli. Varmışcasına sarılmalı tüm kaybettiklerine ve vedalaşıp denize atmalı. Onlarla yaşayamaz. Yıkık hayallerini toplayıp tekrar hayaller kurmaya başladı. Yaşıyordu çünkü bu mümkündü.
Yaralarına gelince... Hiç dokunmuyordu onlara ve dokundurtmuyordu. Geçiyordu hepsi yavaş yavaş.
Geçtikleri yerlerde derin izler bırakarak.. O izlerle yaşamayı da öğrendi.
Tüm hatıraları ve o adam hala aklında. Ama nasıl?
Beyin ölümü gerçekleşmiş ve fişi çekilip huzura erdirilmeyi bekleyen bir hasta gibi...
Yani demem o ki bir adam, bir kadını sevmeyi ve sahiplenmeyi bilmeli...