GÜNEBAKIŞ

9 3 0
                                    

ANADOLU'DA BİR ÇOCUĞUN SIRADAN BİR GÜNÜ (1993)

Ağustos ayının sonlarıydı. Köyün arazisinde birkaç tarla dışında biçilmemiş ekin kalmamıştı. Bu sene de tarlaları biçip kurtulmuş olmanın mutluluğunu duyan köylüler yağmur yağıp sapları ıslamadan ekinlerini bir an önce köye getirmek için köydeki birkaç traktörün sahibinden sıra koparmanın telaşındaydılar. Öküzü olanlar 20-25 bağ sapı öküz arabasına yükleyip köye taşıyor; harmanına yığıyordu. Yakıcı güneşe ve öküzlerin hantallığına aldırmadan günde 5-6 sefer bu işlemi tekrarlıyorlardı. Araziye yukarıdan bakan köyde caminin önündeki ahırın bacasından, neredeyse tüm arazi gözüküyor; tarlalarda yığılmış olan partlardan (öbeklerden) kimin tarlasında ne kadar ekin çıkmış anlaşılıyor ve bunun üzerine türlü şeyler konuşuluyordu.

O gece saat 3'e kadar patoz vurmuş olmanın verdiği yorgunlukla uyanamayan 11-12 yaşlarındaki çocuk, annesinin "haydi geç kalma, güneş çoktan doğdu" sesiyle uyandı. Vücudunda gece boyu neredeyse kendi ağırlığındaki bağları patozun yanına taşımanın ağrıları vardı. Gözlerini iki eliyle ovuşturup; hemen yatağın yanına çıkardığı eskimiş kumaş pantolonu ayaklarına geçirip hızlıca yukarı çekti. Yatarken çıkarmadığı tshirtini pantolonun içerisine koyup kemerini sıkıca bağladı. Dışarı çıkıp ahıra doğru giderken her zaman yaptığı gibi "azığım hazır mı?" diye sordu. Verilecek cevabı beklemeden tosunların bulunduğu ahıra doğru gitti. Sabahın erken saatleri olmasına rağmen güneş ışıkları her yeri ısıtmaya başlamış, gökyüzü silme aydınlığa kesmişti. Ahırın önüne girmeden ışıktan kamaşan gözlerini bir kez daha ovuşturdu. Ahırın içinden gelip dışarıya doğru kavisler çizerek akan malların sidikleriyle boklarının karıştığı pis akıntıya basmamaya dikkat ederek girişe yöneldi. Yaz aylarında hayvanlar gece boyu çok sıcakta kalmasınlar diye kapı yerine birkaç derme çatma odundan yaptıkları tırğıcın zırzasını tam açacaktı ki kocaman bir siyah eşek arısı kafasının yanındaki taş duvarın içerisindeki bir delikten havalandı ve vızıldayarak oradan uzaklaştı. Oldum olası bu siyah koca kanatlı hayvanları sevmezdi ve ona hep çok ürkütücü gelirdi. İçeriye girdiğinde sanki kendisini bekliyormuşçasına yatan birkaç tosun da ayağa kalkıp, zincirlerinin çözülmesi için sıralarını beklemeye başladılar. En önce en küçük küçük tosundan başlayarak, acele etmeden sırasıyla hepsini çözdü. En sona en sevdiği tosun olan büyük kara tosunu bırakmıştı. Boynuna zor yetişen zinciri çözmeden önce tosunun başını ve boynunu okşayarak biraz sevdi. Tosun da onun bu sevgisine değişik moşurtular çıkararak karşılık verdi. Çözülen tosunlar her gün yaptıkları şeyin alışkanlığından olsa gerek ahırın içerisinde hiç oyalanmadan kendilerini dışarı attılar.

Son tosunu da çözdükten sonra akşam ahırın kapısının arkasına bıraktığı pelit ağacından yapılmış, kabukları soyulmuş ve ateşle yakılarak desen verilmiş neredeyse bileğinden daha kalın olan deyneği eline aldı. Dışarı çıktığında elinde bir azık poşetiyle annesini ahırın önünde beklerken gördü. Annesinin elinde bir de yeni pişmiş lavaş ekmekten bir gomaç(dürüm) vardı. Azık poşetini deyneğine takıp; diğer eline aldığı içinde yağda kavrulmuş kartol olan gomacı büyük bir iştahla ısırdı. Hafif yanmış kartol kavurması en sevdiği yiyecekti. Yüzüne kocaman bir gülümseme yerleşti.

Tosunlar sırayla kaç aydır yağmur yağmayan köyün içerisinde artık aşınmaktan iyice toza dönmüş olan toprağı tozutarak yürümeye başladılar. Hepsi de gece boyu bu anı bekliyormuş gibi köyün içerisine uzun uzun çöğdürdüler veyahut sıçtılar. Çöğdürdükleri yer bir an için sarı bir göle dönüşüyor sonra toza toprağa karışıp sıcaktan yok oluyordu. Caminin önüne geldiklerinde büyük kara tosun her günkü ritüelini gerçekleştirmek için durdu. O durunca gizli bir emir verilmişçesine diğer tosunlar da durdular. Büyük kara tosun kendisiyle aynı yıl doğan ve yanında daha küçük kalan kara tosundan ayrılmak için bu adla anılıyordu ve bunu herkes bilirdi. Önce burnuyla sanki bir şey varmışçasına yeri uzun uzun kokladı, içine çektiği nefesi büyük bir homurtuyla burun delikleri büyüyerek dışarı verdi ve toprağın tozunu havaya kaldırdı. Ön ayaklarıyla yeri eşeler gibi yapıp kuyruğunu birkaç kez sağa sola salladı. Daha sonra başını yavaşça yukarı kaldırıp, derin bir nefes aldı. Zaten kalın olan boynu; kafasını yukarı kaldırdığında iyice şişti. Kendisini hazır hissetmiş olacak ki böğürmeye başladı. Gomacından büyük bir iştahla bir ısırık daha alan çocuk, bir taraftan da tosunun böğürmesini dinlemeye başladı. Bir kez başladı mı en az 10 kez böğürmeden susmazdı ve bugüne kadar en çok 14 kez üst üste böğürmüştü. Ama bugün durmaya niyeti yoktu ve tam 17 kez böğürdü. Bugün gördüğü arkadaşlarına anlatacak bir şeye şahit olmanın mutluluğuyla gülümseyen çocuk elindeki deyneğini sürünün en arka sırasındaki tosunun arka bacağıyla sırtının birleştiği yerdeki düz kısma vurdu. Bu kısmın sanki hayvanın vurulacak tek yeri olduğunu düşünür başka yerine deyneğiyle asla vurmazdı. Başka yerine vurursa hayvanın canını yakacağını düşünür ve suçluluk duyardı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Nov 07, 2018 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

ZAMANIN ÖTE YÜZÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin