''İçimde bir ağırlık var anne. Bilmiyorum nasıl bir his olduğunu ama varlığını hissediyorum. Daha önce hiç böyle hissetmemiştim. Sanki kötü bir şey olmuş ama ben olan şeyi bilmeden onun yasını tutuyormuşum gibi. Hem, biz üç gün önce Bolu'dan gelmiştik , niye hemen geri dönüyoruz. Kötü bir şey olmadı değil mi!..''
Bu cümleler biraz olgun cümleler olsa da Bahar'ın dilinden dökülüyordu. Yüreğindeki bu garip his onu olgunlaştırmıştı; tedirgindi ama tedirginlik bu küçük kalbe çok acemi geliyordu.Ayhan Bey ve ailesi hava alanına vardıklarında uçağın artık son anonslar yapılıyordu.Acele davranarak bavullar teslim edildi. Onlar da onlara ait kapı numarasına vardılar. Artık sabırsız bakışlar Ankara'ya iniş yapacak anı gözlüyorlardı. Meltem Hanım çocuğun yanında ağlamamaya gayret edercesine eliyle sürekli yüzünü kapatıyordu. Bahar ise içinde beliren o garip hisse bir anlam bulmaya çalışıyormuş gibi, yüzünde garip bir şekil besleniyordu. Hüzünlüydü, üzgündü ama sebebini hala bilmiyordu. Ayhan Bey ise onlara oranla daha dik bir davranış sergiliyordu. O da üzgündü ama ailesinin yanında belli etmemeye çalışıyordu. Onun ayakta durması gerekiyordu çünkü. Ne Ayhan Bey nede Meltem Hanım'ın Selçuk Bey'in vefatından haberleri yoktu, Zeynep Hanım onlara bu haberin verilmesini uygun bulmamıştı. Yolculukları zor olmasın diye.
Bahar ise her şeyden tamamen habersiz idi; olayları öğrenince nasıl davranacağı ise tamamen meçhuldü. Uçak havalanmış ve varabileceği maksimum yüksekliğe ulaşmıştı artık. Uçağa ilk defa binenler cam kenarına geçmiş garip bakışlarla yer yüzünü seyrediyor; uçaktan rahatsız olanlar uyumaya gayret ediyor; karnı aç ve susuz olanlar hosteslerin yolunu gözlüyordu bu küçük dünyada; ama yeryüzünde,Bolu'da bir çiftlikte hiçbir şey bu kadar basit değildi. yas vardı orada, hüzün vardı, matem çökmüştü çiftliğin üzerine. Feryat edenlerden bayılanlara kadar. Selçuk Bey'in ölümü bu insanları yasa boğmuştu adeta; Zeynep Hanım, ölünün baş ucunda diz çökmüş ve yaktığı ağıt , çınlattığı feryat ile yüreklere kan akıtıyordu. Çiftlik çalışanları mefta için gereken tüm hazırlıkları yapmış, sadece Ayhan Bey ve ailesini bekliyorlardı. Bolu'dan gelen kravatlı insanlar sadece merhumun tanıdığı insanlar olmalıydı ki kendi aralarında diyalog kurmuş ortama adapte olmaya çalışıyorlardı. Çiftlik evinin avlusunda yüzlerce insan gruplaşmış biçimde, kimisi oturup yasını tutuyor kimisi ayakta kimisi bahçede volta atarken kimiside bayılanlara destek olup diri tutmaya çalışıyorlardı. Merhumun odasında ise çiftliğin kahyası , Zeynep Hanım,kahyanın ailesi, birkaç hizmetçi, kravatlı bir kaç insan ve doktor bulunuyordu. Zeynep Hanım, Selçuk Bey'in soğuk ve aklaşmış ellerini avuçlamış ve gözyaşlarıyla yıkadığı yüzüne tutarak kokluyor, öpüyordu...Durmadan ağlamasının yanında yorgun sesiyle tüttürdüğü ağıt oradaki insanların yüreğine derin bir hüzün doğuruyor olmalıydı ki bazıları elleriyle yüzlerini kapatıyorlardı. Bu durum saatlerce sürmüş ve beklenen misafirler Ankara' ya iniş yapmış,kiraladıkları araç ile Bolu'ya yelken açmışlardı. Bolu da hava alanı olmadığı için uçakla Ankara'ya gelen Meltem Hanım ve ailesi kiraladıkları araçla da hüzünlerine kavuşacaklardı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Ağlaması gerekenler ağlıyor,sevinmesi gerekenler seviniyor-ki Selçuk Bey'in ölümüne sevinecek insanlar pek azdı.- iki duyguyu karışık yaşayanlar ise bu anın keyfini çıkarıyorlardı. Bahar'ın dedesine kavuşması için yaklaşık kırk beş dakika kadar kalmış ve Bahar her şeyden habersiz Ak Şövalye'sine kavuşacağı anın hayalini kuruyordu. Mutluydu ama içini kemiren o kara hisse hala bir tanım uyduramamıştı. Durmadan iç çekiyor ve aldığı nefesi ağzında sıkıştırarak dışarıya üflüyordu. bunların hepsini istemsizce yapıyor ,neden yaptığı hakkında ise hiçbir fikri yoktu. Sadece öyle yapması gerektiğini düşünüyordu. Bir ara şoförün dikkatini çekmeyi başarmış olmalıydı ki şoför:
''Hayırdır küçük kız neden tedirgin görünüyorsun böyle. canını sıkan şey de nedir böyle.''
Bahar parlayan gözleriyle şoföre bakarak:
''Bilmiyorum!.. içimde çok ağır bir şey taşıyorum sanki. Göğsüm sıkışıyor! İç çekince rahatlıyorum. Sence neden böyle oluyor amca?...''
Amca diyordu çünkü konuştuğu kişi ona bu konuda yardım edecek kadar yaşlı biriydi. Küçük kıza baktı ve:
''Benim bildiğim kadarıyla bir kişi bu duruma iki sebepten dolayı girer.Birincisi, eğer böyle hissediyorsan hayatında kötü şeyler olacak demektir. İkincisi ise , Hayatında kötü şeyler olmuştur ama kişi bundan habersizdir. ''
Bu tanım tanımlama Ayhan Bey'i biraz öfkelendirmiş ve olaya müdahale etme mecburiyetine sokmuştu onu. sinir ve öfke kusan bir bakışla şoförü aynadan haşladıktan sonra kızına dönerek:
''Her his ve duygu bazen ters durumlara da işaret edebiliyor; mesela insan her zaman üzgün olduğu için ağlamaz. Bazen mutluluktan da ağlayabiliyorsun. Yada.....'' Birkaç örnek daha saymaya çalışsa da başarılı olamadı ve olaya Meltem Hanım müdahale etmek zorunda kaldı:
'' Bak yavrum! Sadece özel insanlar böyle hisseder. Çünkü dünyada gerçekleşen tüm kötülükler onların yüreğine kor düşürür. Dünyadaki herkes ve her şey onların umurundadır . Eğer sende böyle hissediyorsan bunun için mutlu olmalısın. Çünkü sende o özel insanlardansın demektir. Bak ben sana sebebini söyleyeyim; biz hava alanından çıkarken bir kedinin ağzında ölmüş bir fare gördüm. Belli ki onu kedi öldürmüştü; senin içine hüzün bunun için çökmüş olmalı. Dedim ya sadece özel insanlar bunu hisseder.'
Bahar bu ilginç tanımı hazmetmeye çalışırken şoför ve Ayhan Bey bu kadar uyumlu ve yaratıcı tanımı kendi düşüncelerinde tebrik ediyorlardı. Şoför aynadan olayı izlerken bir kaç kanıya varmıştı. Ebeveynlerin yüzündeki hüzün, durumu ele veriyordu. Bahar'ın içindeki his ise Şoförün haklı teorisini kanuna çeviriyordu, şoför de anlamıştı Bahar'ı bekleyen sürprizi... Olayın ne olduğu hakkında bir bir fikri olmasa da kötü olduğunu biliyordu artık.
Ve biraz önce açtığı konuyu kapatma amacıyla şu cümleler döküldü dilinden:
''Farenin hazin sonu seni üzdüyse kedinin mutlu anını düşünmelisin. Fare ölmüş olabilir; ama kedi onu öldürmese belkide açlıktan ölecekti. Belki de yavrularına götürüyordu. Hayat çift taraflı bir madalyon gibidir. Bir tarafı mutluluk diğer tarafı hüzün. ne yaparsan yap madalyonun iki tarafı da hiç birbirinden ayrılmaz. hayatta böyledir. Eğer bir yerde hüzün varsa bil ki arkası mutluluktur. Madalyon sadece hüzünlü tarafa düşmüştür o kadar. Sen güçlü olup madalyonunu mutlu tarafa çevirebilirsen üzülmene gerek kalmaz.''
Bu sözler herkesin hoşuna gitmiş olmalıydı. Çünkü herkesi kaplayan düşünce deryası bunun kanıtıydı.Bu kısa yolculuk Bahar için çok verimli geçmiş, Bahar günlerdir içini kemiren bir sürü soruya cevap bulmuştu artık. Bu öğrendiği şeylerden sonra kendisini çok özel buluyordu. Bir ara yüzünü cama yaklaştırmış ve düşüncelere dalarken derin bir iç daha çekti. Bu iç çekişten sonra yüzünü manasız bir gülümseme kapladı. Aklına annesinin az önce söyledikleri gelmişti; annesi:
'' Her his ve duygu ters durumlara da işaret edebiliyor'' demişti. Haklıydı! Çünkü biraz önce sıkıntıdan iç çeken Bahar, şimdi duyduğu rahatlık ve mutluluktan iç çekiyordu. Davranış aynı ama hisleri farklıydı. Tam ailesine dönüp annesine, onun haklı olduğunu söylemek istedi ki... !
Gözlerini açamıyordu! şakaklarından göz yuvasına yol çizen kan alnını kaşındırıyordu. Başını hafiften kaldırdığında, hurdaya dönmüş bir kamyon ve parçalanan, yerde cansız yatan iki beden. Gözleri karardı midesi bulandı ve derin kapkara bir uykuya teslim olurken dilinden boğazına sıkışan şu cümle fırladı:
'' Haklıydın anne, sen haklıydın...!