KAÇIRILIŞ VE ÖFKE

40 14 3
                                    

Tarih insanları iyi veya kötü diye ayırmaz.Tarih, insanların başarılarını da önemsemez. Tarih lanet olası kariyerlerinizi veya kazandığınız destansı zaferleri de önemsemez.Tarih nankördür.Neye dayanarak mı söylüyorum? Ben tarihim.

Büyücülerle ilgili dünyalıların bildiğini zannettiği her şey yalan.Nedeni ise çok basit; Çünkü on bin yıllık bir hazineyi, üç tane dangalak yönetmenin bir araya gelerek, sihrin "Hokus Pokus."tan ibaret olduğunu işledikleri boktan senaryolarını kameraya alışlarına tanık oldum.Bu tarz filmlere güzel efektler vererek görsel bir şölen sunup insanoğlunu rahatlıkla buna inandırabiliyorlar.Ya da iki tane avanak kartları havaya atıp, altından bembeyaz bir güvercin çıkarttığında da bu sihir olmuyor.Neye dayanarak mı söylüyorum? Çünkü ben sihrin kendisiyim.

Musa koca denizi yararken bende oradaydım.O şeytani firavunun denizin içerisinde sıkışıp kalacağını anladığında ki yüz ifadesi gözümün önünden hiç gitmiyor.Bu tanrının sihriydi elbette.

Her zaman ki gibi iki oda bir salonlu mütevazı evimde ki ufak ama havalı odamdaki dev aynanın önünde oturmuş, öylece çirkin suratımı seyrederek kendi kendime konuşuyordum.Bir büyücüydüm evet.Karanlık dönemlere de, ilk çağa da, orta çağa da tanık olmuştum.Ama şu boktan suratımı düzeltecek bir sihir maalesef ki henüz keşfedilemedi.Hintli keşişlerde, Maltalı tapınakçılar da, biz kadim büyücüler de bunun formülünü bulamadık.Anlatılan kadim bir efsaneye göre, ejderha avcılarının koruyucusu olan mistik Evo tanrıçası bu sırrı keşfetmişti.Ancak bu sırrı sakladığı minik kutuya erişebilmek için, dört kademeli engeli aşmak gerekiyor ki, bu toprakta bir ekmek tanesini sırtında taşıyan karıncanın hoşlanmadığı bir fili tek hamlede devirebilmesi kadar zor.Benim vücudum için yeryüzünde zaman oldukça geç akıyordu.Yürüyen tarih olarak sıfatlandırılmam gerekirken yalnızca yirmili yaşlarının başlarında bir genç görüntüsündeydim.

Yaşadığım gezegeni, yani dünyayı korumak Atav büyücülerinin yaratılış sebeplerinden birisiydi.Sayımız binlerce yıl öncesinde, aslında insanoğlunun hatırlamadığı dönemlerde ki gezegenimize yapılan saldırıdan sonra epey azalmıştı.Kanasusamış ve her biri bir dinozoru tek oturuşta mideye indirebilecek kapasitede, iğrenç varlıklar gezegene ayak basmışlardı.İnsan ırkını koruyabilmek için büyük konseyden dinozor neslinin feda edilmesi kararı alınmıştı.Eğer büyük büyük dedelerim bir çeşit zehir büyüsüyle dinozorları zehirleyip düşmanın önlerine sürmeseydi , mideye indirdikleri dinozor etlerini yedikten sonra bir salgına kapılmış gibi hepsi can vermemiş olurdu.Neyse ki dinozorları feda ederek insan ırkının devamını sağlamış olduk.

Tek yaşıyordum.Aslında tek yaşamak zorundaydım çünkü insanların arasında yaşamaya sürgün edilmiştim.Aşık olduğum kadına olan duygularımın silinmesi de bu cezanın yanında ekstra gelen bir işkenceydi.Yaşadığımız yer olan Kukta'da lider olan babam beni cezalandırmıştı.Sırf çocukluk aşkım Tatvana için yenmesi yasak olan bir sebzeyi dört kadim büyücünün koruduğu kaleden çalıp, ona yedirdiğim için.Öyle sebze deyip geçiştirilmeyecek kadar önemli bir şeydi.Kızın yakalandığı ölümcül hastalığın tek çaresi oydu ve ironi olmuş olacak ki, evrende kalan tek sebzeydi.Kızın yakalandığı ölümcül hastalığın tek çaresini şifacılar bu sebze olarak tanımlamıştı ancak sebzeyi kraliyet ailesinden birilerinin tedavisi için ihtiyaç duyulması durumu yüzünden saklıyorlardı.Tabi ki buna müsaade etmedim.

California Eyaleti'nde ki meleklerde yaşıyordum.Namı değer Los Angeles.Arka sokakları lanet olası ucubelerle dolu olan koca bir bok yığınından ibaretti.Nefret ettiğimi bildiği için babam tarafından buraya hapsedilmiştim.

Gündüzleri eğlenebilmek adına bir üniversiteye kayıt olmuştum.

Aynanın karşısında dikilip kendi kendime konuşurken saatin nasıl geçtiğinin farkına varmamıştım.İlk ders Amerikan Edebiyatı'ydı ve bu derse geç kalmamalıydım.Aslına bakılırsa hiçbir derse geç kalmamalıydım zira şu sıralar aşık olduğum kızı yalnızca derslerde görebiliyordum.Henüz çıkma teklifi edecek cesareti bulamamıştım.Kadim bir büyücüydüm ancak benimde korkularım vardı.Kendimi içerisinde en yakışıklı hissettiğim siyah kot pantolonum ile üzerine büyük gemi demiri deseni işlenmiş mavi beyaz renkteki tişörtümü giyerek evden çıktım.Hava her zamanki gibi güneşliydi fakat esmiyordu.Nefret ettiğim bir şey daha vardı; kuru sıcak. Metro istasyonu evimden çok uzakta değildi.Hızlı adımlarla istasyona ilerledim ve metroya bindim.Bazen, aslında her zaman Mera ile aynı vagonda rastlaşıyorduk.Aslına bakılırsa buna rastlaşma demek yanlış olurdu zira ben bunu gelenek haline getirmiştim.

BÜYÜCÜHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin