"Yaz yağmuru başladı!" diye neşeyle mutfaktan çıktı Joon. Gözlerimi benim için açtığı çizgi film kanalından ona çevirdiğimde, elinde bir bardak çikolatalı süt vardı. "Süt çok iyi uyutuyor biliyor musun?" Sütü bana uzattı ve yanıma oturdu. Evi çok güzeldi. Koltuklar kahve rengiydi ve kocaman bir peluş ayının kucağı kadar rahattı. Duvarlarında bir sürü resim vardı. "Her gece yatmadan önce içiyorum bende. Pek uyuyamıyorum. Ama senin öyle değildir değil mi? Kafayı koyduğun anda ikinci rüyana geçiş yaparsın."
Kıkırdadım. Hep evde oturduğumdan ve lanet pembe dizileri izlediğim için tüm ilişkilerin orada olduğu gibi bir kanıya sahiptim. Süt dudaklarımda iz bırakmamalı ve bu oğlan kesinlikle beni beğenmeliydi. Bu, televizyonda ki kadınların dikkat ettiği bir şeydi. Benimde öyle olmalıydı. Elimle saçımı geriye ittim.
Oğlan dikkatle beni izliyordu. Sanki değişik bir şeymişim gibi. "Ben Joon." dedi elini uzatarak. "Hadi yeniden tanışalım, hm?"
Gülümsüyordum. O an için hayatımın adamını bulduğumu sanıyordum. Oysa ki sadece on yaşında lanet bir velettim. Eğer geçmişe gitseydim o halimi tokatlardım. Büyük ihtimalle dayaktan öldürürdüm. Joon benim devrimim olmuştu. Bana hiç bilmediğim, varlığından haberim bile olmayacak şeylerin kapılarını açmıştı. Ona çok şey borçluydum ama o bana daha çok borçluydu.
İlk başta olan çekingenliğimin benden uzaklaştığını hissediyordum. Joon diğer insanlar gibi değildi, onun yanında dilsiz rolü yapmamın bir anlamı yoktu. Nazik bir hanımefendi gibi elini tuttum. Ne kadar da kocaman elleri vardı! "Bende Lua. Memnun oldum." Joon o an bir kahkaha attı. "Tanrım!" O kadar gülmüştü ki koltukta geriye devrildiğini ve hiçte komik olmayan bu ana benimde karnım ağrıyana kadar güldüğümü hatırlıyorum.
Ben sütümü bitirmeye çalışırken -o kadar büyük bir bardağa koymuştu ki- yanıma elinde leptopla oturmuştu. Okuma-yazma bilmediğim için ne yazdığını anlayamıyordum. Joon parmaklarını klavyede deli gibi oynatıyordu. "Ne yapıyorun?" demiştim en sonunda.
Birkaç saniye cevap vermedi. "Bir şey yazıyorum." hiç durmadan yazmaya devam etti. Daha fazla soru sormadım. Onu sıkmak istemiyordum. Benim için açtığı çizgi film kanalını izlerken gözlerimin kapanmaya başladığını hisserdeken, Joon beni dürtmüştü. "Hey! Küçük! Eve gitmen gerekiyor sanırım. Ailen seni merak etmiş olmalı."
Hayır. Hayır. Kesinlikle eve gitmek istemiyordum. O koca yalnız ve karanlık evdense onun sıcacık aydınlık evini tercih ederdim.
Üzerime bej rengi bir battaniye örtmüştü. Minnet duygusu ile Joon'a baktım. Ona güveniyordum.
"Annem sevgilisi ile birlikte. Geceleri evde olmuyor. Senin yanında kalabilir miyim? Sabah erkenden kalkacağım ve seni rahatsız etmeden gideceğim. Lütfeeeen!"
Joon kaşlarını çatmış ve saçlarımı okşamıştı. Bana acıyordu, hissedebiliyordum ama o zamanlar bunun ne anlama geldiğini bilmiyordum. "Pekala, küçük. Burada kalabilirsin." Eliyle yanaklarımı sevdiğinde, ona karşı sonsuz ve koşulsuz bir sevgiyle dolmuştum. Ben yalnız büyümüş bir çocuktum ve Joon benim ellerimden tutmuştu. "Teşekkür ederim, Joon."
"Sabah istediğin kadar uyuyabilirsin, erken uyanmak zorundaymışsın gibi hissetme. Annen ile ben konuşurum. Böylece sana kızmaz." Uysal bir kedi gibi kafamı salladığımda eğilip saçlarıma bir öpücük kondurdu. Geri çekilmeden bende onun yanağını öpmüş ve kıkırdayıp kafamı battaniyenin altına sokmuştum.
Ama keşke erkek arkadaşım Joon'u annem ile tanıştırmasaydım diyorum şimdi. Annem benden babamı ve ilk aşkımı çalmıştı.
Hayat cidden tuhaf. Sizi öyle durumlarda, öyle bir hâle sokuyor ki pes diyorsunuz. Bu kadar da olamaz artık. Ama oluyordu. Hayat tuhaftı.
Kabuslarımdan beni çekip çıkaran seslerle uyandım. Bu sefer korkarak uyanmadım, çünkü daha da korktuğum bir şey vardı.
"Benim hayatım, benim bedenim. Beni tercihlerim. Sınırını bil!"
Demişti annem. Ve Joon'da aynen şöyle demişti;"Senin hayatın şu uyuyan masum çocuğa kadar karışılamaz."
Annemin sinirli nefes alış-veriş sesleri beni korkutmuştu. Battaniyeye iyice sarıldım. Nerede olduklarını bilmiyordum ama sesleri yakın geliyordu.
"Bundan sanane!"
"Onunla ilgilenmek zorundasın. O daha küçük bir çocuk."
"Benim hayatım ve benim çocuğum. Eğer hayatıma burnunu sokmaya kalkışırsan kendini sarkıntılık yapmaktan polis merkezinde bulursun."
Annem, Joon'a kızmıştı. Joon beni düşünüyordu. Bir kez daha içimde büyüyen bir ateş hissettim. Yirmi beş yıllık hayatım boyunca asla söndüremeyeceğim bir ateş.
"Her gece başkasının altına yatan bir kadının şikayetini ciddiye alacaklarını sanmam."
Bir tokat sesi duydum o an. Umarım Joon, anneme vurmamıştır diye geçirdim içimden. Ardından topuklu ayakkabı sesleri duydum. "Lua! Kalk hadi!"
Üzerimde ki battaniye çekilince soğuk hava vücudumu sarmaladı ve gözlerimi annemin ağlayan gözlerine açtım. Gözlerinden siyah boyalar akıyordu. "Hadi!"
Sertçe üst kolumdan kavradığında, Joon'un kapı pervazına yaslanmış üzgün bakışlarla bana baktığını gördüm. Annem kolumdan çekiştirerek beni güvenli sığınağımdan çıkarmıştı. "Neden evden ayrılıyorsun? Sabah seni bulamayınca çıldırdım."
Kapımızın önüne geldiğimizde annem önümde benim boyuma gelerek eğildi. "Seni çok seviyorum biliyorsun değil mi? Bir daha yabancılarla konuşmanı istemiyorum. Beni üzmek istemiyorsun değil mi?" Alnımdan öpüp ayağa kalktı ve telaşla açık bıraktığı kapıdan, birlikte o karanlık canavarlar evrenine girdik.
Ama artık bir şeyden emindim, o günden sonra hiçbir şey benim için eskisi gibi olmayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
joon's cigarettes | namjoon
FanfictionAşık olduğunuzda panik yapmayın. Bir yere oturun, derin bir nefes alın ve katilinizle tanışmanın keyfini çıkarın. dearikigai, 2019.