Genç adam, en son metresinin yatak odasındaki pencereden dışarıya bakarken yarın gece katılması gereken baloyu düşünüp yüzünü buruşturdu. Pek sevgili kız kardeşi onu baloya katılmaya zorlamıştı ve bu hayatta yapmaktan en çok nefret ettiği şeylerden birisiydi. Tekrar yüzünü buruşturarak, bulutsuz gökyüzünü izlemeye devam etti.
Esmer güzeli metresi bembeyaz çarşafların arasında vücudunun stratejik noktalarını ancak örtecek şekilde uzanmış, şehvet dolu bakışlarını sevgilisinin üzerinde dolaştırıyordu. Yan profilden bile mükemmel görünen, sanki bir heykeltraşın elinden çıkmış gibi sert ve harika hatlara sahip yüzü, güçlü çenesi ve her bir santimi kaslarla kaplı olan muhteşem vücudu ile her kadının rüyalarını süsleyecek tipte bir adamdı Graham Markisi. Onunla geçirilen geceler kesinlikle unutulmazdı ve her birisi, nasıl olduğunu anlamadığı bir şekilde, diğerinden daha iyi oluyordu. Bir kadına nasıl dokunması gerektiğini biliyordu ve işte tam da bu yüzden, İngiltere'deki birçok kadın ona resmen tapıyordu.
Kadın bir kedi gibi esneyerek mırıltılar çıkarınca James dikkatini ona verdi ve arkasını dönerek metresinin yatağına yaklaştı. Kadın gece gibi simsiyah saçları, beyaz teni ve soluk mavi gözleriyle enfes görünüyordu. James ona bir kaplan zarafetiyle yaklaşırken bile kadının nefesi kesilmişti. Altında yalnızca pantolonu vardı ve göğsü çıplaktı. Taşa yontulmuş gibi sert ve düzgün kaslarla kaplıydı. Geniş omuzları, kalçalarına doğru incelen beli ve sıkı kalçaları, dokunulmak için yaratılmış gibiydi. Koyu renk saçları yüzüne dökülüyordu ve mavi-yeşil karışımı gözlerinin daha tehlikeli görünmesine neden oluyordu. Yürüyen cazibeydi adeta. Bu adamı sonsuza dek yanında tutabilmek için her şeyi yapardı. Ancak ne yazık ki James de, kadınları bağlanmak ve aşık olmak dışındaki işlere yarayan varlıklar gibi görüyordu.
"Söylesene James, aşka gerçekten inanmıyor musun?"
James bu soru üzerine muzipçe gülümsedi.
"Bence güzelim, aşk bizim bu yatakta yaptıklarımız."
"Hayır, hayır James. Ben bir kadına onsuz nefes alamayacak kadar ihtiyaç duymaktan bahsediyorum."
James bu sefer yüksek sesli bir kahkaha attı.
"Güzelim, bu tarz şeylere inanmayacak kadar yaşının büyüdüğünü düşünüyordum."
Kadın her ne kadar bu cevaptan hoşlanmasa da adamın üstüne fazla gitmemeye karar verdi. Eğer çok zorlarsa James'in sinirlenip gideceğini biliyordu ve bu geceyi sonlandırmaya henüz hazır değildi.
"Kesinlikle büyüdüm James. Hadi gel de sana ne kadar büyüdüğümü göstereyim."
Dedi kadın yaramazca gülümseyerek ve James kadının kendisine ne kadar büyüdüğünü göstermesine izin verdi.
***
James, en küçük kardeşi üzerinde uygulayabileceği çeşitli işkence tekniklerini nasıl daha yaratıcı hale getirebileceğini düşünürken, önünde sanki onun varlığından dolayı bayılacakmış gibi duran ve ismini tam olarak hatırlamadığı Shrewsburry kontunun kızına nazikçe gülümsedi. Bu gülümseme gözlerine yansımamıştı bile ama kızın çıkardığı o korkunç ses kesinlikle bu gülümsemeden etkilendiğini gösteriyordu. Ya da James'in onun etkilendiğini düşünmesini istiyordu ama James kıza baktığı zaman onun, bunu düşünebilecek kadar zeki olmadığına karar verdi. Sanırım ismi P ile başlıyordu ama yine de tam olarak emin değildi. Neyse ki böyle zamanlarda İngiltere'nin kast sistemi çok işe yarıyordu. Zorda kaldığı zamanlarda çapkın bir gülümseme ile süslenmiş bir "Leydim" hitabı her zaman mükemmel bir çözüm oluyordu.
"Ah majesteleri kızım Phillippa mükemmel bir şekilde piyano çalıyor. Bir gün mutlaka onu dinlemelisiniz. Özellikle Mozart'ın eserlerini dinlerken sanki Mozart o besteleri kızım çalsın diye bestelemiş diye düşüneceksiniz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hırsız
Historical Fiction1800'lerin İngiltere'sinde asi, güçlü ama kalacak yeri olmayan bir kızın, İngiltere'nin en çapkın, en sevilen ve en tasasız Marki'si ile karşılaşmasından ortaya neler çıkar dersiniz?