0.1

539 36 1
                                    

Saat tam öğlen on ikiyi gösterirken kurstan çıkmış, duşumu almıştım ve şimdi de sahile doğru adımlıyordum. Günlerden cumartesiydi, bu nedenle kendime fazladan vakit ayırmak istiyordum.

Parmak arası terliklerimle birlikte saatten ve nüfustan dolayı bir elin parmağını bile geçmeyecek kalabalığa sahip olan sahilin insanları görmeyen tarafına ilerledim ve çantamla birlikte terliklerimi kenara fırlattım. Buranın dolmasına bir saat kadar vardı ve insanlar gelmeden yeterince eğlenmek istiyordum. Üzerimdeki kalçalarıma kadar inen ince tişörtü çıkarttıktan sonra uçmaması için çantamın altına sıkıştırdım. Güneşten ısınmış kumlar, ayak tabanlarımın canını okurken aniden duyduğum acıyla kahkaha attım ve suların kumları ıslattığı yere kadar koştum. Su, tüm bu sıcağa rağmen hala daha tam ısınmamıştı. Su seviyesi dizlerime gelene kadar girdikten sonra oturdum. Karnıma kadar ıslanırken dalgaların getirdiği tuzlu damlalar bütün vücuduma sıçrıyordu ama bundan kesinlikle şikayetçi değildim. Bu yüzden bedenim su sıcaklığına alışana kadar tepki vermeden öylece orada oturmaya devam ettim. Sadece birkaç metre öteden gelen atlama sesine kadar.

Başım ani bir hareketle sola döndü ve denizin derinlerine doğru uzanan kayalıkların tepesinden suya atlayan insanların üzerinde durdu. Delice çığlık atıyorlar ve şakalaşarak gülüyorlardı. Uzağımda kalmalarına rağmen kurdukları cümlelerin küçük kısmı duyulabiliyordu. Onları umursamamaya çalıştım ve ayağa kalktım ve suyun karnımın üzerine çıktığı yerde kendimi suya attım. Sadece birkaç tur yüzüp eve gidecektim. Sonra da yarım bıraktığım resmin boyamasını tamamlar, birkaç sayfa kitap okuyarak Minhee'yi arayabilirdim. En yakın olduğum kişi oydu ne de olsa. Birkaç kulaçtan sonra ayaklarım artık yumuşak kuma değmiyordu. Kendimi suda tutmak için ayaklarımı yavaşça salladım. Şu anda tam olarak kayalıktan atlayan arkadaş grubuyla yan yana duruyordum. Atlayanlar suda kalmak yerine üşenmeden yeniden yukarı çıktıkları için suyun içerisinde değillerdi ama atılan çığlıklardan yeni birinin daha geleceğini anlamıştım. Neden bir insan denize atlamaktan bu kadar eğlenirdi, anlamamıştım. Büyük ihtimalle hepsi çakırkeyifti.

Üşümeye başladığım için parmaklarımla burnumu tuttum ve suyun içerisine girerek başımın ıslanmasını sağladım. Su ısınmıştı ama yine de üşüyordum. Nefesimi tutabildiğim kadar suyun altına kaldım ve sonunda vücudum buna tepki vermeye başlayınca kendimi suyun üstüne attım. Ağzım ani bir refleksle açılarak havayı içeri çekmeye çalışsa da içime giren şey hava değil, tuzlu suydu. Ve ben bunun nedeninin kayadan atlayan geri zekalılardan biri sayesinde olduğunu biliyordum.

Midem yanmaya başladığında dengemi kaybetmiş bir şekilde birkaç kez suya batarak kendime gelmeyi denedim ama öksürük krizim bitmek bilmiyordu, bu da her batışımda vücuduma daha çok tuzlu suyun girmesini sağlıyordu. Ve denizin ortasında kusmak, yapmak isteyeceğim en son şeylerden biriydi. Gözlerime de kaçan tuzlu sudan dolayı gözlerimi açsam da birkaç saniye görebildiğim tek şey parlayan güneşti. Birkaç kez kırpıştırdım ama hala daha başımı suyun dışarısında tutamıyordum. Hayatımda en nefret ettiğim şey, yüzerken burnuma, gözüme ya da ağzıma tuzlu suyun kaçmasıydı ve bu en son başıma geldiğinde -yaklaşık yedi yaşındaydım- üç yıl boyunca deniz kenarında yaşamama rağmen denize girmemiştim.

Belime sarılan kollarla birlikte kim olduğunu göremediğim kişinin omzuna tutundum. Gözlerimin yanması yavaş yavaş giderken kulağıma dolan sesler 'iyi misi?' sesleri ve kahkahalar olmak üzere ikiye bölünmüştü. Yine de öksürmemi durduramıyordum. Belimden tutarak beni suyun üzerinde tutan çocuk sonunda konuştu.

"İyi misin? Çok üzgünüm, orada olduğunu görmedim." başımı iki yana salladım. Öğürmemek için kendimi o kadar kasıyordum ki bütün kaslarım tutulmuştu. "Ah, tabi. Seni deniz kıyısına götüreyim." Boşta olan elini de belime sardıktan sonra sarılır pozisyonu aldık ve ayaklarımız yere basana kadar belimi bırakmadı. Daha iyi olduğum için kollarımı omuzlarından çekerek bastıkça yere batan kum üzerinde yürümeye başladım. Yüzüne kesinlikle bakmamıştım. Gördüğüm tek şey saçlarının siyah olduğuydu. Arkamdan adımlarken bana seslendi. "Gerçekten üzgünüm."

"Önemli değil," ona dönmedim. "Arkadaşlarının yanına geri dönebilirsin." konuşamıyordum. Kusmak üzereydim ve vücudumun bunu hala daha nasıl kontrol altında tutabildiği hakkında en ufak bir fikrim dahi yoktu.

"Peki," hafif mırıldanışı kulaklarıma dolduğunda havluyla kurulanmadan büyük tişörtü üzerime geçirdim ve çantamı da koluma asarak koşar adımlarla sahilin dışına koştum çünkü daha fazla dayanabileceğimi düşünmüyordum.

Ve yolda yürürken bulduğum ilk ağacın altına kustum.

toxic | Mark LeeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin