Telefonumun zil sesiyle irkildim. Kim olduğuna bile bakmadan yeşil telefonu sola doğru çektim. Dadımın sesi hattın diğer tarafından kulağıma ulaştı.
'Oğlum? Anıl?'
'Efendim bebek?' dedim gülmemek için kendimi zor tutarak.
'Bebek mi?' dedi telaşla. 'Ne bebeği, kimin bebeği? Oğlum neler söylüyorsun çıldırtacak mısın sen beni?' Kendimi tutamayıp bi kahkaha patlattim. 'Bebek falan yok, dadıcık. Ne diyecektin sen?'
Telefonun ucundan derin bir nefes verdi. 'Akıl mı bıraktın bende. Senden bir şey rica edecektim. Benim için hava alanına gidip yeğenimi buraya getirmeni istiyorum. Uçak sabah 7 de inecek. Ha, bu arada kızın adı Deniz. Gökçe Deniz. Sakın onu almadan eve geleyim deme.' Ben ağzımı konuşmak icin açtığım sıra çoktan telefon yüzüme kapanmıştı.
**
Uzun tiz ses bilinçaltımla gerçek arasındaki şeffaf duvardan geçerek rüyamın içine ettiğinde insanın rüyasında da küfür edebildiğini fark ettim ya da uyku ile uyanıklık arasındaki o noktada. Sağ gözümü aralayıp sesin kaynağına doğru baktım. Komodinin üzerindeki yeşil telefon görüş acıma girdiğinde aklımda beliren soru sadece 11 hece 26 harfti : "Bu lanet telefon neden çalıyor?"
Tam gözlerimi yeniden kapatmıştım ve bikinili Adriana Lima görütüsündeki uykum bana el sallarken dadımı sesi kulaklarımı doldurdu. Dün ki telefon görüşmesini hatırlayınca benim için son bir umut ve son bir çıkış kapısı olan uykum üç çocuğunu da alıp beni terk etti. Yataktan kalkıp lavaboya gittim. Ardından üzerimi giyindim. Telefonun saatine bakınca içimden bir küfür savurdum. Dadımın hatrı ve emrivakiliği olmasa hayatta bu saatte kalkmazdım.
Ve evet geç kalmıştım. Evin önünden taksiye atladığım gibi havalimanına doğru yola koyuldum. Dış hatların kapısının önündeyken telefonun saati bana adice gülümsüyordu: 07.24. Hızla içeri daldım lakin dalmamla güvenliğe toslamam bir oldu tabi. Güvenlik kontrolü derken saat 07.28' i buldu. Ellerinde bavullarla bekleyen kalabalığa doğru ilerledim.
Kalabalığın arasında bir kız aramam gerektiğini biliyordum ama kızın yaşı hakkında bir fikrim yoktu. Bu arada adı neydi? Hatırlama çabası içerisinde yüzümü buruşturdum. Cidden acaba biraz dadımı dinlesem de balık yağı falan mı içsem? Bu aralar unutkanlığım üzerimdeydi. Yolunu şaşırmış, nereye gideceğini bilemeyen bir yüz ifadesi aradım. En azından amacıma yaklaşırdım.
Kalabalığa göz gezdirirken omzumda bir el hissedince arkamı döndüm. Masmavi gözlü, kumral bir kızla karşılaşınca erken kalkmanın o kadar da kötü olmadığını düşünmeye baslamıştım.
" Benim adım Derya. Yoksa aradığım yakışıklı sen misin?" Yakışıklı? Aradığın? Ben? Derya? Tek kelimelik sorularım kafamda cirit atarken jetonum düşüyor gibi oldu. Aradığım kişi bu olabilir miydi acaba?
Dadı hanımın söylediği ismi hatırlamaya çalıştım yine. D'li bir şey vardı sanki.
" Ben Anıl. Sen şu yeğen olmalısın." Kıza havalı gülümsemelerimden birini gönderdim.
" Anıl. Ne kadar güzel bir isim. Yeğen mi? Nasıl istersen. Yeğene de razıyım. Senin gibi bebek tenli birisiyle tanışmışken." Bebek tenli? Ben? Literatürüme dahil olmamış olan, sözlüğümde karşılığı bulunmayan bu kelime grubuna karşı verdiğim tepki yine tek kelimelik sorulardan ibaretti. Nasıl bir ise bulaştığımı merak ediyordum, aslında yeğenin hiç de yılışık bir kaşar olacağını tahmin etmemiştim. Karşımdaki kızın beklentiyle parlayan ışıltılı gözlerinde bakarken arkamdan fırlayan tanımlanamaz nesneden çıkan sesle yerimden sıçradım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
UMUTSUZ
RomanceGökyüzüne bakıp tam üstümdeki yıldızı gözüme kestirdim. Gözlerime siyah bir perde inmeye başlasa da yıldız, onu görmemi istermişcesine parlaktı. Derin bir iç çektim. 'Her yıldızın bir meleği temsil ettiğini söylerler,' dedim. 'Sen, benim meleğim ola...