0.1

126 15 17
                                    

[Medyayı dinleyerek okuyun.]

Boku yemiştim.

Gerçekten, boku yemiştim. Ah, durumun ne kadar ciddi olduğunu anlamanız için bir kez daha tekrarlamama izin verin,

boku, fena halde, yemiştim.

Pekala, en başından başlayalım.

Alkol, serseri ve paspal yaşayış tarzımın vazgeçilmeziydi. Alkolik olduğunu kabul eden bir bağımlıydım. Herkes bir şeylere bağımlıdır. Ben de alkolsüz yapamıyordum. Ve bildiğiniz üzere insanların çeşitli sarhoş kişilikleri vardır, sosyal hayatında etrafa neşe saçan birisi sarhoş kimliğinde depresif birine dönüşebilir. Veya tam tersi. Benim durumuma gelirsek, zaten normalde patavatsız biriydim, sarhoş olunca tüm bu kötü özelliklerimin üzerine bir de deli cesareti ekleniyordu.

Zaten şu anda yakışıklı suratımın dağılmaması için kıçımı kurtarmak adına koşuşum da, sarhoş olduğum bir gün üstüme çöken deli cesaretiyle yediğim bokluklardan dolayıydı.

Her şey iki miydi, üç müydü...tam hatırlamıyorum en iyisi ortada buluşup iki buçuk diyeyim,

iki buçuk ay önce, ilkbaharın ortalarında, bünyesinde en az benim kadar garip kişileri bulunduran bu tatlı kasabamıza, çete diyebileceğimiz bir grubun gelmesiyle başladı.

Şehrimizin çıkışına doğru, boş bir arazide takılıyorlardı genelde. Arazinin içindeki terk edilmiş evin içerisinde çeşitli şeyler içip, kullanıyorlardı. Dediğim gibi kimseye zararları yoktu ama tehlikeli oldukları sarsılamaz bir gerçekti. Etrafa saçtıkları aurayla adeta kendilerine görünmez bir duvar yapıp, kimsenin onlara karışmamasını sağlıyorlardı.

Pekala, o güne gelirsek... normal bir gün olmadığını göz ardı ettiğiniz sürece, oldukça normal bir gündü. Çete (ben onlara gettolar diyorum) buraya geleli 1 ay olmuştu ve ben ilk günden beri içimdeki yaramaz çocuğu zaptetmekte zorluk çekiyordum.

Bazen kendi ismini bile unutan biri olarak, aklıma kazınan ve her hatırladığımda kalbimin teklemesini sağlayan o gün yani 29 Nisan'da yaşanan olaylar, her saniyesiyle aklımdaydı. Evimin şehir çıkışına yakın oluşu, benim onları sürekli görmemi sağlıyordu.

Yaşama amacım yoktu. Kendimi adayabileceğim bir yetenek ya da para kazanmak isteyeceğim bir meslek kafamda yoktu. İleriye dönük plan hiç yapmazdım. Ondandır ya, okulu bırakmıştım ve anı yaşayarak nereye varacağımı bilmeden yaşıyordum. Hayatımın baharında, kendime 'amaç' aradığım bir süreçteydim okulu bıraktığım sıralarda. 19 yaşındayken öğretmenlerin suratlarına küfür ederek terk etmiştim. Şu anda 21 yaşındaydım ve hala bir şeyler arıyordum.

Ben kafamın içindeki karmaşık bağları çözmeye uğraşıp, kendimi özgür bırakmayı denerken gelmişlerdi 'getto'lar.

Çocukluğumdan beri yasak konulan şeylere karşı bir arzum vardı. Toplumun kabul etmeyeceği şeyler yapmaktan haz duyuyordum. En basitinden yarısından fazlası homofobik olan bir ülkede gay biriydim. Doğuştan asiydim anlayacağınız.

Hemen evimin yanındaki arazideki terk edilmiş yıkık evin camları yoktu ve ben bu dört kişilik grubun yaptığı her şeyi rahatça izleyebiliyordum. Kullandıkları uyuşturucuları, seviştikleri kızları, neredeyse ağızlarından hiç düşmeyen sigaralarıyla evin çatısından ayaklarını sallandırmalarını ve sarhoş olup eğlencenin dibine vurduktan sonra ansızın geçirdikleri krizleri. Ah, böylesine ilgimi çeken grubu tanımak ister misiniz?

Jeon Jungkook, Min Yoongi, Park Jimin ve Kim Minjae. Ama ben onlara gettolar diyorum.

-

Gözlerim hep onların üzerindeydi. Analiz yapmayı oldukça severdim. Aylarımı onları gözlemleyerek geçirmiştim ama ilk günden beri istediğim şeyi aslında biliyordum.

Onlardan biri olmak istiyordum. Gruplarının içine girmek. Yaptıkları yasal olmayan şeylere ortak olmak, eğlenmek istiyordum. Tabii onlardan olmak isteyen tek kişi değildim. Şehirdeki gençlerin bir kısmı onların altında olmak istiyordu, bazısı yanlarında olmak istiyordu, bazıları ise tepelerinde. Tepelerinde derken yani onları enseleyip hapse attırmak veya şehirden yollamak. Evet onları sevmeyenler de vardı.

Benimki basit bir hayranlık değildi. Onlarda, uğruna okulu bıraktığım şeyi görüyordum. Yani yaşama amacı.

Onların bu evrende yaşamalarının sebebi eğlenmek, eğlenirken etrafındakileri dağıtmak, vücutlarına zarar veren, ruhlarını nirvanaya ulaştıraran şeyler kullanarak isimlerini bile hatırlayamamaktı.

Nitekim onlardan biri olamazdınız. Bu siktiğimin gettolarının arasına karışmanız imkansız gibi bir şeydi. En azından ben öyle zannediyordum.

29 Nisan'a kadar.

---

selam.

artık nasıl bir heyecansa tanıtımı attıktan sonra koşa koşa gittim birinci bölümü tamamladım hemen atıyorum dsjhdfssnh

yorumlarınıza muhtacım.

daha JK ve çetesi tam olarak girmedi ama bazı şeyleri anlatabilmek için bu bölümü yazmak gerekiyordu. Umarım Tae'nin karakterini aşağı yukarı anlamışsınızdır o karmakarışık ama hayata komik tarafından bakmaya çalışıyor.

kitap kapağını paintten yaptım ajshsdjdks arada bi işe yarıyo paint

aslında son saniyeye kadar hikayenin ismi baby you're so ghettoydu ama paintte yanlışlıkla art deco yazdım sonra da dedim ki neyse böyle kalsın madem.

bu arada bölüm uzunlukları nasıl? daha yazacaktım ama fazla uzun tutarsam bıkarsınız diye aşağı yukarı bu uzunlukta tutmayı planlıyorum.

lüt

fen

yo

rum

ya

pın.

ily <3

art deco | taekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin