0.1

1K 126 37
                                    

Harry'nin Ağzından

Sevdiğim kızın çığlıklarıyla uykumdan uyandım. Bir saniyeden az bir süre içinde doğruldum ve onu, gözleri karşıya dikilmiş bir şekilde tam yanımda buldum.

"Rose, Rose ne oldu?" diye sordum endişeli bir sesle. Gözlerim odada tehlikeye işaret herhangi bir şey aradı.

Rose birkaç titrek nefes verirken, ondan bir cevap bekleyen kalbim adeta göğsümden fırlayacakmışcasına atıyordu. Ben onu bir süre dikkatle izledikten sonra kafasını çevirdi ve gözleri sonunda benimkilerle buluştu. Çok korkmuştu.

"Bir fare. Sanırım bir fare ayaklarımın üzerinden koşup gitti."

İçim rahatlayarak bir nefes verdim ve yatağa kendimi yeniden bırakırken yüzümde oluşan hafif gülümsemeye engel olamadım. Kahkaha attığımda kafasını biraz daha eğerek bana baktı. "Komik değil!"

Fakat o, yorganlardan birini göğsüne doğru korkuyla çekerken gülümsemeye devam ettim. Koyu saçları çıplak omuzlarına düşüyordu ve gözleri bana ciddi bakışlar atıyorlardı.

Bir gece önce, sırtını esnetişi ve ismimi fısıldayışı aklımdan geçti.

Sonra ani bir hareketle onu benimle birlikte aşağı çektim ve fare sesleri çıkartıp onu gıdıklayarak parmaklarımı vücuduna geçirmeye başladım.

"Harry dur!" diye emretti, biraz rahatlamış kıkırdamasını durduramayarak. Onu bir süre daha gıdıkladım ve bu eğlenceli, rahatlatıcı gülüşmeleri dinlemeye devam ettim.

Yeterli olduğunu düşündüğümde ise biraz rahatlayıp durdum, bir elimle kafamı desteklerken diğer elimi onun beline yerleştirdim. Daha sonra, gülüşmelerimiz yavaşça sona ererken onu seyrettim.

"Ne var?" diye sordu, dişlerinin arasında yemek kalmışçasına. Gülümsedim.

"Yok bir şey."

Gözlerinde derinlik vardı, sanki onlara verdiğim hayranlığı bana geri yansıtıyorlardı. Elini suratıma doğru uzattı ve onu öpmem için beni yavaşça aşağı çekti. Bu, değişmediği için memnuniyet duyduğum şeylerden biriydi; öpücüklerimiz hep böyle hissettirmişti.

Ve beni öptüğü süre boyunca kendimi gülümsemekten alıkoyamadım; geri çekildiğimde ise ona bir süre daha hayranlıkla baktım, fakat sonra istemsizce yüzümü buruşturdum. "Diş macununa ihtiyacın var."

Ağzı şaşkınlıkla açıldı ve koluma vurdu. "Senin de!" diye söylendi.

"Öyle mi?" diye sordum, bunun ona pek engel olmadığını düşünerek

"Kesinlikle," dedi başını sallayarak. "Neredeyse fareyi tercih ederdim."

Ah, o ne kadar da komikti. İçimden gelen tek şey onu bir kez daha yere çekip gıdıklamaya başlamaktı ve zaten sabahımızın çoğu gıdıklamalardan ve öpücüklerden ibaretti; diş macunu olsun veya olmasın.

Eninde sonunda dişimizi fırçaladık, tabii sırt çantalarımızdaki fıstık ve ılık elma sosundan oluşan kahvaltımızı ettikten sonra. Lori ve Kelsey'e minnettardım; fakat yakın zamanda yemek stoklarımızı güncellememiz gerekecekti. Ve bu düşünce içinde biraz da olsa korku taşıyordu.

Fakat bunun zamanı bugün değildi; bugün, harekete geçmemiz gerekliydi. Vücudum, muhtemelen Rose'unkinin de olduğu gibi dünün heyecanından hala yorgun bir vaziyetteydi. Fakat hareket etmemiz gerekliydi.

(Arada birbirimize çabuk bakışlar atarak) giyindik ve çarşaflarımızı sıkıca katlayıp zaten tıklım tıkış olan sırt çantalarımıza yerleştirdik. Daha sonra kendi çantamı sırtıma aldım ve Rose da aynısını yaparken onu izledim. "Hazır mısın?" diye sordum.

"Hazırım," dedi, başını hafifçe sallayıp bana cesaret dolu bir şekilde bakarak. Onun alnına bir öpücük kondurdum ve yıkılmak üzere olan binanın çıkışına doğru yöneldim.

Bu sefer koşmadık, ve ellerimizi kolayca iç içe tutabildim. Gökyüzü açıktı, hatta birkaç yaprak arasından parlayan biraz güneş ışığı bile vardı. Bu birlikte tam olarak geçirdiğimiz ilk özgür gündü; bütün açlığımıza ve yorgunluğumuza rağmen anlatılamaz bir muhteşemliği vardı.

Rose konuşana kadar sadece ayaklarımızın altında kurumuş yaprakların çıkardığı sesler vardı. "Pekala, bugün nereye?"

Bir süre durdum ve ona verecek bir cevabımın olmasını istedim. "Uzaklaşmaya devam edelim," dedim. "Daha sonra uzun vadeli bir planımız olacak, fakat şimdilik sadece olabildiğince uzaklaşmaya odaklanalım."

"Tamam," dedi başını sallayarak. Sesinde oluşan bir netlik vardı, söylediği bu tek kelimenin arkasında bile daha önce orada olmayan bir özgüven bulunuyordu. İkimiz de yorgunlukla ilerlemeye devam ederken bir kez daha ona baktım. Ve kafamda bir şey tamamen yerine oturdu; o benimdi. Ve nereye gittiğimiz, sonunda ne olduğumuz önemli değildi.

Aniden olduğum yerde durdum ve bacaklarını etrafıma dolayabilmesi için onu havaya kaldırdım. Onun çığlıkları arasında kendi etrafımda dönmeye başladım. Daha sonra ayaklarının yeniden yere değmesine izin verdim, fakat bunu yaparken dudaklarını benimkilere yapıştırdım. Sonra bir daha. Ve bir daha.

Sonunda ondan uzaklaştığımda bana yeniden o bakışı attı.

"Seni seviyorum," dedi. Yüzümdeki gülümseme sadece daha da artmıştı.

"Seni seviyorum."

Sesinde yine o emin ton ve güç vardı. Dediği şeyler boyunca gülümsemişti ve bu özgüvenin farkında mıydı bilmiyordum ama, ben öyleydim. "Bunu yapabiliriz."

Başımı salladım. "Sen ve ben, bebeğim." Daha sonra bir tane daha öpücük.

Sonra hızlıca geri çekildim ve ona bakabilmek için geri geri yürümeye başladım. "Şimdi, üzerime atlamayı kesersen, gidecek yerlerimiz var."

Başını iki yana doğru salladı fakat bana yetişmek için uzun adımlar atmaya çalışırken hala gülüyordu. Yönümü tekrar değiştirdim ve ikimiz de ileri doğru ilerlerken yüzümü okşayan güneş ışınlarını hissettim. Tekrardan sessizliğe büründük ve neredeyse tamamen güvende hissettim.

Neredeyse. Aklımın en derinliklerinde her zaman o rahatsız edici düşünceler vardı. Çünkü nereye gidersek gidelim, isteyeceğim en son şey başladığımız yere geri dönmemizdi. Ve hayatımızın bir süre sadece bundan ibaret olacağını düşünüp durdum; terk edilmiş binaların içinde, çimlerin üzerinde ve Tanrı bilir başka nerelerde uyumak zorunda kalacaktık. Çoğu öğünümüzde fıstık ve ılık elma sosu yiyecektik. Sadece bir sonraki gün devam etmek için, seyahat etmekten yorulacaktık. Daha iyi bir hayata nasıl ulaşabileceğimizi düşünmemiz gerekiyordu, ve bu sadece daha fazla sorun yaratacaktı.

Fakat Winckendale'in dışında attığımız her adımın rahatlığını kendime hatırlatıp durdum. Önümüzde ne olursa olsun orayı geride bırakmış oluyorduk, yöneten kişinin ismine tam olarak uyan o cehennem çukurunu. Onun benim yaptıklarımın ardından ağlayışını düşünmekten zevk alıyordum, fakat hala onu da öldüremediğim için hayal kırıklığı içindeydim. Neyse, bu konu dışıydı.

Çünkü oradan çıkmanın rahatlığına ek olarak, Rose'a her baktığım an beni ne yapmam gerekiyorsa yapmam için motive ediyordu. Zor olacaktı ve tabii ki de engellerle karşılaşacaktık, fakat geçmişimizi geride bırakıp daha güzel bir şeye doğru gittiğimiz fikrinden asla ümidim kesilmeyecekti.

chaotic | [türkçe]Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin