Başkalaşım

1.8K 74 20
                                    

Merhabalar, çok uzun zamandır aklımda böyle bir hikaye yazmak vardı ve heyecanlıyım açıkçası. İlk bölümde karakterlerin duygu ve düşüncelerini aktarmak istedim biraz. Her ne kadar kurgu olsa da, diziyi izlerken, Azra ve Deniz'in içinde bulundukları psikolojinin bu şekilde olduğunu düşündüm ve olabildiğince size yansıtmaya çalıştım. Umarım okursunuz, seversiniz aşırı heyecanlıyım.

Zaman öyle ilginç bir oluşum ki, içinde yüzdükçe değişip başkalaşıyor insan. Saatler günleri, günler ayları kovalıyor ve yitip gidiyor içimizde bazı şeyler. Bazıları da yeniden filizleniyor. Hapishanede geçirdiğim onca yılın ardından, yolun sonuna yaklaştıkça başkalaştım. Bir avluya yüzlerce ömür sığarken mesela bir Azra'nın ömrü taşıp gidiyor ufka doğru. Mutlu muyum? Kısmen. Olduğum kişiyi kavrayabilsem, aynaya baktığımda gördüğüm yüzü tanıyabilsem cevabım daha berrak olacak kendime. Kimsin sen? Yıllar önce unutulmuş, hırçın ve asi kız değilsin o apaçık. Gözlerinden sökülüp alınmış, yılların ruhuna ilmek ilmek işlediği sevgisizlik. İnsan bir hapishanede sevmeyi nasıl böylesine güzel öğrenir? Ayaklı ispatıyım.

Koğuşumda oturdum tavanı izliyorum şimdi. Özgürlüğe hiç olmadığım kadar yakınım. Bedenimin hapsolduğu bu duvarlar yıkılmak üzere az kaldı, ruhumun azadına yine bu duvarlar arasında şahit oldum, hayat ne tuhaf. İçim buruk biraz lakin tamamen hür bir kadın olmak üzere olduğum gerçeğine de heyecanlanmadan edemiyorum. Bu duyguyu hiç tatmadım çünkü daha önce. İçim rahat, gözüm arkada da kalmayacak çünkü bu dört duvarın arasında sevdiğim kim varsa hepsini Deniz'e emanet ediyorum. Deniz'i kime emanet etmeliyim onu bilmiyorum yalnızca. Bu dünyada en güvendiğim insan, kızına duyduğu sevgiye şahit olmak beni öylesine derinden sarstı ki yüreğimin tümden değişimine ön ayak oldu. Beni böylesine güçlü ve umutlu kılan yegane dayanak noktam Deniz ve ben sevmeyi bilmeyen, hırçın kızın tekiyken kırdığım yegane insan Deniz. Bunca ikilem, bunca zıtlıklar, dediğim gibi hayat tuhaf işte. Deniz'in sevgisini çok istedim, beni sevmesini o kadar çok istedim ki bencilliğimden arınamadım. Nihal'i öldürüp suçun Deniz'in üstüne kalmasına göz yumdum. Deniz bunu öğrenince yine de her şeyi görmezden gelip beni affetsin istedim, hapisten kaçtı kızının katilini öldürdü; geri dönmeden önce kardeşimi kurtarmak için parayı bulsun istedim. Denedi, başaramadı. Onu suçladım çünkü her şeye rağmen tüm dünyadan herkesten önce benim sorunlarıma, benim isteklerime, bana değer vermesini istedim. Onun önceliği olmadığım düşüncesi içinde bencilliğim ve kıskançlığımla kendimi yedim durdum. Ben ona karşı bu acımasız tutumlar içerisindeyken, onun hem kardeşimi hem de beni bulunduğumuz batağın içinden çekip kurtardığını öğrendim ve başı göğe erdi Azra Kaya'nın. Bana rağmen, Deniz beni sevmekten ve korumaktan hiç vazgeçmemişti. Buna rağmen, yüzüne bakacak cesareti bulamıyorum kendimde.

Deniz'e olan hislerim benim için oldukça karmaşık. Belki çözemiyorum belki de kabul edemiyorum gerçeği. Gözümü üzerinden çekip alamıyorum Deniz'in. İçimden taşan bir duygu var ona doğru, tanımlayamadığım. Şefkat mi özlem mi? Ben onu yanımdayken dahi özlediğimi hatırlıyorum. Geçmişimden bugünüme yaşayamadığım tüm duyguların bütünü gibi bir kadın sanki o. Ona doğru yaptığım tüm hamlelerde eksiklerim tamamlanıyor. Hasret'in bugün bana söylediklerini anımsıyorum. Deniz'in koğuşu yönetme biçimine alışamadı, garipsiyor. Oysa o kadar kendine has bir tarzı var ki Deniz'in hayran olmamak elimde değil. İnsanlar ona bakınca bir katil mi, bir lider mi ne görüyorlar bilmiyorum. Ben ona baktığımda sinekleri öldürmemek için tütsü yakan kadının aynısını görüyorum hala.

Bu düşüncelerin içinden güçlükle sıyrılıp ders çalışmam gerektiğini hatırladım ve kitaplara gömüldüm. Aradan ne kadar geçti bilmiyorum iyice odaklandığım sırada işittiğim sesle irkildim.

"Müsait misin?"

Gelen Deniz'di.

"Tabii ki." deyip elimle yatağı işaret ettim oturması için. Uzun zaman sonra ilk kez baş başa kalmıştık. Onu burada karşımda görmeyi beklemiyordum da açıkçası. Aramızda benim yanlışlarımdan örülü bir duvar vardı. Saydam bir duvar olduğundan birbirimizi görüp selamlaşıyorduk ama eskisi gibi samimi de olamıyorduk.

"Bugün Hasret'in sana söylediklerini duydum. Sana nasıl kızdığını. Sinirli bana." dedi gözlerimin içine bakarak. Gülümsedim,

"Takma sen kafana. Hayat işte, bir şey bitiyor bir şey başlıyor. Biri ölüyor, biri doğuyor-"

"Biri özgürlüğüne koşuyor adım adım" dedi sözümü keserek. "Biri belki bir daha hiç özgür kalmayacak." dediği şeyle yerime çakıldım. Yüreğim titredi. Gözündeki çaresizlik öylesine yaraladı ki yüreğimi. Yüzümün aynası gibi. Yansıyor muydu benim kırılganlığım da. Niye böylesine parçalıydı yolumuz? Ben niye böyle parçalandım bu kelimeleri onun dudaklarından duyunca, zaten bilmiyor muydum gerçeği?

Deniz'den

"Daha hiçbir şey belli değil, savcının istediği ceza o sadece." derken bulunduğu durumun, yersiz çabasının elbet farkındaydı. Ama öyledir ya işte insanoğlu, belki de hafifletirim karşımdakinin acısını bir umut diye söyler durur bir şeyler. Bozmadım,

"Biliyorum" dedim " Ama ne olursa olsun, benim yolum içeri doğru" yutkundum " Seninkiyse dışarı." Karşımda bu sözleri duymaktan acı çeken bir Azra görüyordum. Benim için de kolay değildi bildiğimiz bu gerçeği dillendirmek. Ama duymalıydı, duymalıydık yokmuş gibi davranmazdık artık.

" Müebbet benim için sorun değil. Burada ne kadar kalacağım da. Ben kızımdan sonra, yaşamayı tercih ettim. İnsan ne kolay söylüyor halbuki kendimi öldüreceğim diye. Bilmem ki, cesaret isteyen ölüm mü yaşam mı? Yaşadığım bunca şeye rağmen yaşamaya devam etmem cesaretti belki de." Karşımda ruhu titreyen bir kadın görüyordum. Sonbaharda yapraklar gibi savurmaktaydı bizi hayat. Müebbet benim için mühim değil. Sahiden öyle mi Deniz Demir? Kızım öldüğünde arzuladığım o kan dökme güdüsü, kendi adaletimi sağlayabilme dürtüsü, içimin soğumasına dair duyduğum yoksunluk... Bunlardan başka bir yol vardı belki de. Karşında duran, sana baktığında gözünün bebeği büyüyen bu kadının elini tutup çıkabilme ihtimali bıraksaydın kendine, için soğurdu belki. Gözümden taşıp yanağıma düşen bir damla yaşa hakim olamadım,

"Hasret'i ne kadar çok sevdiğini biliyorum, şimdi sinirli bana ama biz onunla düzeltiriz. Önünde yepyeni bir umut kapısı açıldı, geç git kimsenin engel olmasına izin verme. Unut. Hasret'i, Yonca'yı, Dudu'yu; beni. Unut ki ayağın tökezlemesin, unut ki senin bir daha buraya dönmeyeceğini ben bileyim." Her şeye, tüm yaşanmışlıklara, delicesine sevgime rağmen Azra'ya karşı bencil olamazdım. Onu ondan vazgeçecek kadar çok seviyordum. Bilmem ki, hep farkında mıydım gözümü intikam hırsı büründüğünde kendime neden engel olamadım? Söylediklerimle yalnız onu değil, kendimi de ikna etmeye çalışıyordum. Hayatta tutunacak belki de tek dalım olan insanı beni unutmaya zorluyordum. Bunca denklem, bunca ikilem ekseriyetle verdiğimiz kararların sonucu bizi bu noktaya getiren. İsyan etmek anlamsız yalnız zamanda geri gidebilme imkanım olsa bundan başka bir yol seçeceğimi biliyorum.

"Tabii ki unutmayacağım" dedi ardından ufak bir es verdi. Dudaklarını araladı söyleyeceği şeyden vazgeçip geri kapattı. Sonra devam etti yeniden hüzünle,

"Hiçbirinizi, tabii ki unutmayacağım. Ama sana söz Boncuk, çıkacağım buradan ve hepinizin tek tek yanıma gelmenizi bekleyeceğim." Artık kendimi daha fazla tutamıyordum. Gözün yuvarını zorluyordu gözyaşlarım. Azra'nın buna şahit olmasını istemiyordum. O kadar bitik bir haldeydim ki, hayal kurmak bile öylesine imkansızdı ki bana. Azra'ya umut aşılamaya çalışırken birden bire ben umutsuz kalmıştım. Onun da umudu yitip gitmişti bana dair, anlıyorum gözlerinden. Oysa ben onda imkansızlığı seviyorum fakat asla ümitsizliği değil. Kendimi zorlayarak belli belirsiz gülümsedim ve odayı terk etmek için ayağı kalktım. Konuşabilecek gibi hissetmiyordum kendimi. Kapıya yöneldiğim sırada kolumda bir el hissettim beni kavrayıp kendine çevirdi. Gözlerinden oluk oluk akan yaşları gördüm o kadar sevimliydi ki. Bana iyice yaklaşıp kollarını belime doladı. Yüzünü boynuma gömerken soğuktan titreyen, bana sığınan bir kedi gibiydi. Onu koruyabilecek kudreti bulamıyordum artık kendimde, çünkü onsuzlukla sınanmak üzereydim. Onsuz ben, çatısız bir harabe; onsuz ben, şehrin boş kaldırımları gibi sereserpe upuzun ve alabildiğine karanlık. Üstüne üstlük üşüyorum. Birbirimize bu denli ihtiyaç duyarken bambaşka noktalara dağılacaktık el mecbur. Kollarımı bedenine sımsıkı sardım, yüzümü saçlarına gömdüm. Belki de son kez eksiksiz olabilme ihtimalime, Azra'ya, sarıldım. Boğazımda düğümlenen hıçkırıkları ve gözyaşlarımı serbest bırakıp hıçkıra hıçkıra ağladım. Birlikte orada, o odada birbirimize sıkı sıkı sarılıp saatlerce ağladık.

Ayna - AzDenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin