park, dolunay ve çatı

390 43 30
                                    

Koştum.

Merdiven basamaklarını atlarken düşecek gibi olduğumda dahi koştum, önüme yaşlı bir amca çıktığında sertçe omzuna çarptığımda özür dilemek için vakit kaybedemeyeceğimi farkında olarak, sadece arkasından özrümü bağırırken de koştum. Sanki kaldırımlar bugün daha fazla insan ağırlıyordu, sanki yolda öncesinden daha fazla araç vardı ve sanki yayalar için olan yeşil ışık bugün daha geç yanıyordu.

Kaldığım daire ile gideceğim park arasında pek bir mesafe yoktu. Her ne kadar geç kalsam da bisikletime binemeyecek kadar acele davranmıştım; bu yüzden, sadece, bacaklarıma güvendim ve koştum.

Aç olduğumu bile yanından geçtiğim herhangi bir dükkândan kızarmış balık kokusunu aldığımda hissettim ama sorun değildi, yetişmem gereken bir yer, bir kişi vardı.

Hoseok ile gece buluşmalarımızdan sadece biriydi. Beni parkta bekliyor olmalıydı ve ben bunun ne kadar süredir devam ettiğimi düşünmek dahi istemiyordum. Çünkü uyuyakalmıştım.

Lanet olsun ki sadece resim yapıyordum, tek hatırladığım buydu. Hangi ara halısız zemine öylece uzanmıştım ve uykuya dalmıştım bilmiyorum. Uyandığımda başımda yüz adet tuğlayı aynı anda taşımaya çalışmışım gibi bir ağırlık vardı ve gözümü ovuştururken göz ucuyla gözüm dijital saate takılmasaydı geç kaldığımı bilmeyecektim.

Nasıl ayaklandım, nasıl altımdaki eşofman yerine dar kotlarımdan birini giydim bilmiyorum. Üzeri boya olmuş, biraz da eski beyaz tişörtümü çıkarmak anlamsız gelmişti, onu değiştirmek için bile vakit kaybedemezdim. Bu yüzden üzerime bir kot ceket alıp çıktım. Ve sadece koştum.

Ayak tabanlarımın acımaya başladığını hissediyordum, göğsüm de sıkışıyordu. Belki de park düşündüğüm kadar yakında değildi ama bu pes etmeme sebep olmazdı, değil mi?

Sadece bir an durup soluklanmak için kendime zaman verdim. Başım hemen yere düşmüştü, titreyen bacaklarım hafifçe kırılırken avuçlarımı dizlerime yasladım ve boğazımın acımasına aldanmayarak derin derin nefes alıp verdim. Park şimdi görüş açımdaydı, eğer biraz daha yakında olsaydım veya gözlüklerimi taksaydım Hoseok'u görebileceğimi de biliyordum.

Yeniden doğrulup ilerledim. Bu sefer koşmam, bir atlet gibi değil de sabah sporuna çıkmış biri gibiydi. Hoseok'un yanına varınca yarım saat nefesimi düzene sokmaya çalışmakla vakit kaybetmek istemiyordum.

Gece olduğundan park boştu. Gerçi evsizler ve sarhoşlar birazdan uğrardı ama şimdilik kimse yoktu –yani Hoseok dışında kimse yoktu. Onu da, benim tarafımdan bakınca ikinci sıraya denk düşen bankta otururken görmüştüm. Adımlarım ilerleyip ona yaklaştıkça saçlarının en sevdiğim şekilde, dalgalı, olduğunu fark ettim.

Terlediğimi hissettiğimden ceketimi elime alıp yavaş yavaş yürüdüm. Ağustos ayında olmamız, neden evden ceketle çıktığımı sorgulamama sebep olduğu gibi, çıkarıp rahatça elimde tutmama da sebebiyet veriyordu.

Ses çıkarmamaya özen göstererek Hoseok'un arkasına geçtim ve kollarımı omuzlarına sardım. Yanağını öperken "Özür dilerim, uyuyakalmışım," demeyi unutmamıştım.

Ellerini kollarıma yerleştirdi. Yanağını yanağıma yaslarken gülümsediğini hissedebiliyordum. Burada beni beklemekten sıkılmış, belki de gelmeyeceğimi düşünüp üzülmüştü ama geldiğimde ve gelir gelmez kendimi ona bıraktığımda geç kalmamı sorun etmemesi beni ona bir kez daha âşık ediyordu.

Yanına geçip oturdum. Sanki daha dün birbirimizi görmemişiz gibi gözbebeklerimiz özlemle birbirini izliyordu.

"Bakma bana öyle," dedim, elimle yanağını öteki tarafa çevirirken. "Çok fazla koştum kan, ter içindeyim. Berbat görünüyor olmalıyım."

mavi yanım | vhope ✓ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin