Ed il naufragar m'è dolce in questa mare

35 2 0
                                    

Yatağın tam ortasına düşen saatin kadranında saatin kaç olduğuna bakıyorum: yedi kırk. Buradan derhal ayrılmalı, bavulları toplayıp işe geri dönmeden Jinyoung ile burayı terk etmeliydim.

Bu saatte yağmura çıkmak için fazla bitkin ve yorgunum. Biraz daha beklemeli, gün zor olacak.
Fırtına bir kat daha artıyor, yedi kat aşağıda, sokaktaki gürültüyü bastırıyordu.

Genelde, yarı uykulu halimin kaybolmasına izin vermeden vakit geçirdiğim zamanlarda, bu uzayıp giden sabahları seviyordum. Bügünse tam tersi, bana dayanılmaz geliyor.

Uyandığımda beni bekleyenin korktuğu kadar uyumaktan korkuyorum.

Istırap. Özlem. Sanki bu uykum, son uykum olmakla beraber beni tehdit eder gibi.
Neden bu düşünce aklımdan geçiyor?

Saatimi arıyorum. Çok uzakta. Çok güç sarfediyorum. Saat sekiz... Derhal kalkmalıyım.

Ağzımın içini kireç bağlamış gibi hissediyorum.-Meksikalılar buna cruda* diyorlar- halbuki dün akşam hiçbir şey içmemiştim... Aklım aynı zamana hem boş, hem de karmakarışık. Sanki, ürkütücü bir düş, kendi dünyasına dönmeyi reddederek, gerçeğin ta içine kadar takip ediyormuş gibi!

Bir düş? Evet, bu yalnızca bir düştü. Yalnızca bir tane daha. Ama bu kez, canavarca ve alaysılamalı. Vondespues oradaydı. O da. (Saçma! Onlar daha önce hiç karşılamamışlardı) Vondespues'nün bürosundaydık. Hiç kullanmadığı şu alçak koltuklardan birine oturmuş oturmuştu. Bense karşısında, kollarım iki yanda, ayakta duruyordum. Sanki beni O'nun yanında küçük düşürmek istermiş gibi, yüksekten konuşuyordu. O'nun orada olmasına şaşırmıyordum ama yalnızca oyuna katılmasından sıkılıyordum ve hiç bir tepki gösteremiyordum.
Bu adama tahammül edemiyordum artık; beni bir aynaya bakamaz etmesinden dolayı ondan nefret ediyordum.
Olanaksız bir düş. Buna rağmen bu yataktan, bu odadan çok daha gerçek. O'nun görüntüsündeki varoluşun olağanüstülüğü... O kadar muhtacım ki!

Artık kalkacağım, bu şart. İnsanüstü bir gayret... Örtüyü kaldırmak olanaksız. Bir deneme daha! Hayır, sanki çivilenmiş gibiyim. Biraz nefesimi toparlamalıyım. Pencere yakınında sızıntı bir parlaklık fark etmemi sağlıyor. Hala, her zamanki yerli renklerinde... Öğleyin, artık gündüz olmaktan çıkacak. Aralık ayı yarı karanlık geçiyor. Etrafımda boğuk bir sessizlik. Ne odada, ne banyoda ne de Jinyoung'un resim masalarını ve tahtalarını tıkıştırdığı büyük soyunma dolanında en ufak bir ses bile yok.

Nihayet kendimi yataktan koparabiliyorum. Sanki derimin bir kısmı yapışıp kalmış gibi, acıyla. Yatağa oturup, başımın dönmesinin geçmesini bekliyorum. Ağır ağır vücudumu doğrultuyorum, sallanıyorum. Yine bir baş dönmesi.

Pamukumsu bacaklar, kararsızda antrenman kapısına doğru ilerliyorum: yarı açık vaziyette duruyor. Başımı uzatıyorum: kimse yok. Ne Jinyoung, ne Youngjae. Hatta başka hiç kimse de yok. Yugyeom bile evde değil. Mutfakta olabilirler mi? Hayır, dışarı çıkmış olmalılar. Gitmeden bana haber vermeliydiler!
Bir elimle ağır yerli totemine dayanarak, geldiğim noktaya dönüyorum, çift kanatlı kapıyı kapatıyorum ve mermer masanın üstüne göz atıyorum. Birbirimize bıraktığımız notları koymayı alışkanlık edindiğimiz yerde hiç bir şey yok. Neden şafak ile beraber kaybolmayı seçmişti? Artık gözlerinin içinde boğulmamı istemediğini fark etmiş olabilir miydi?

"Ed il naufragar m'è dolce in questa mare..."*

Bir kış sabahı, asi görünüşlü siyah saçları, kıvılcım pırıltılı gözleri, hünerle yapılmış yırtıklı blucini be siyah ipekten zarif bluzuyla (medya bölümde ekli) bu tatlı kumral uçağa bindiğinde, Leopardi'nin bu beyti beynime saplandı kaldı.

*Cruda > akşamdan kalma
*"ve gemi enkazı bu denizde benim için tatlı"

First Day After Death |Mark.Jin|Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin