3.Bölüm

182 10 2
                                    

[Ankara]

Esenboğa Havaalanı’nda her yerde Türkçe levhaları ve Türkçe konuşan insanları görünce kendime yabancı bir ülkede olduğumu bir kez daha hatırlattım. Esenboğa Havaalanı, Atatürk Havaalanı’ndan daha sakin bir ortamdı. Duyduğum gibi Ankara da İstanbul’dan daha sakindi.  Ankara’ya geleceğimi söyleyince, benden önce Türkiye’de okumuş olan Sunbaeler bana biraz sıkıcı olabileceğini söylemişlerdi. Ama İstanbul yerine Ankara benim için daha uygun bir seçenekti. Fazla kalabalık ortamı hiç sevmezdim ve üniversitede bulunacağıma göre arkadaş edinmek için bol bol fırsatım olur diye tahmin etmiştim. Ayrıca Ankara Türkiye’nin ortasında olduğu için Türkiye’de gezerken daha rahat olur diye düşündüm.

Bunları düşünerek havaalanından dışarıya çıktım. Çıkış yerindeki boş taksilerden birine doğru yöneldiğimde orta yaşlı adam valizimi hemen bagaja yerleştirdi. Taksiciye yurdun adresinin yazılı olduğu defterimi gösterdim.  Yolda taksici bazı şeyleri soruyordu. Mesela “Türkiye’ye okumaya mı geldin”, “Ne okuyorsun” ya da “Türkiye’yi beğendin mi” gibi şeyler... Bu klasik sorulara kısaca cevap verince taksici soru sormaya devam etti, bende anlamayınca “Affedersiniz, Türkçem çok zayıf,” diye açıkladım. Belki susar diye umut ettim. Ama taksici devamlı konuştu. Benim anlayıp anlamadığım onun için pek önemli değil gibiydi. Tam olarak anlayamasam da, anladığım kadarıyla Türkiye’nin güzel manzarası, lezzetli yemekleri ve sıcak insanları hakkında konuşuyordu. Benim anlamadığımı bildiği halde bazen “Değil mi?” diye onayımı almak için dikiz aynasından bana bakıyordu. Ben de onu kırmamak için gülümseyerek tepki veriyordum. Umarım bütün taksiciler bu kadar samimi ya da konuşkan değildir. Uzun yolculuktan sonra böyle bir durum beni yordu. Ama ondan önce, taksici ile temel konuşma bile kuramadan oturup yalandan gülümseyerek “Hadi bir an önce yurduma... Hadi,” diye üzgünce mırıldandım. Nasıl olur da en temel konuşmalarda zorlanırdım? “Hocalarım ya da annem, babam bu halimi görseler ne diyecekler...” diye düşünmeye devam ederken taksi yurduma varmıştı bile. Devamlı konuşan bu samimi taksici amca bagajlarımı kapının önüne bıraktıktan sonra bana bir kaç kelime daha söyleyip gitti.

Hayatımda hiç yurtta kalmadığım için Kore’deyken burayı çok merak etmiştim. Ama hava çok soğuktu ve yurdun çevresine bakmayı sonraya bıraktım. Yurdun ofisine girince orada oturan hanım bana bir bakıp “Hoş geldiniz, ”deyince ben de derste öğrendiğim gibi “Hoş buldum,” dedim. Sanki kapıdan geçmek için şifreli cümleler gibi gerekiyordu. Eğer hoş bulduk demezsen parolayı bilemez ve kapıdan geçemezmişsin gibi… Kore’de ise ‘hoş geldin’ anlamına gelen cümleler vardı ama ‘hoş bulduk’ gibi gelenlerin söyleyeceği özel bir cümle yoktu. Basit bir selam verip otururdunuz. Çantamdan, hazırladığım davet mektubunu, bazı dosyaları ve dört tane fotoğrafımı çıkarıp masanın üstüne koydum. Ofisteki hanım dosyalara bakıp müdürün odasına beni götürdü ve bazı dosyalara imza attırdı. Sonra onlar bana ‘214’ numaralı bir anahtar verdi.  

Koca valizlerle odamın olduğu kata geldim. Oda beklediğimden daha genişti; üç kişilik oda, üç tane yatak, masa ve elbise dolapları, bir tane küçük buzdolabı, televizyon ve tablo vardı. İki masa boştu ve diğeriyse birine aitti. Ortada olan tablo ve eşyalara göre odadaki diğer kişi de Koreli’ydi.

Valizimi yere yatırıp fermuarını açtıktan sonra pencerenin yanında olan bir numaralı masa ve yatağa yerleştim. Masanın üzerindeki küçük çantamı bir kez daha düzeltip etrafa bakındım. Oldukça düzenli olmuştu. Yorgun vücudumu esnettim. Yatağa oturup annemi aradım.

“Zor bir şey olmadı değil mi?” diye telefonu açtı.

“Hayır, işte geldim. Zor bir şey yoktu,” diye temin ettim annemi.

“Anlaşabildin mi?”

“Türkçemi geliştirmem gerek annem. Taksiciyle bile doğru düzgün konuşamadım.” Umutsuz çıkan sesime kibarca kahkaha attı.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 04, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

Yaban EllerHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin