''Sen kitap değilsin ki içini okuyayım,'' diye yakındı Süheyla. Daha açık olmamı, ona karşı düşündüğüm her şeyi dile getirmemi istiyordu. Fakat, ben onun istediği gibi, kendini kolayca ifade edebilen biri değildim.
''Haklısın, ama beni biliyorsun işte...'' devam edeceğim sıradan kulağımda telefonun titrediğini hissedince telefonu elime alıp baktım. Annem arıyordu. ''...Her neyse, annem arıyor Süheyla kapatmam gerek. Bu konuyu daha sonra hatırlat bana, olur mu?''
Homurdandı. ''Öptüm, köfte,'' deyip telefonu kapattı. Bana köfte demesine alışmıştım.
Süheyla çağrıyı sonlandırdığında annemin sesi kulaklarımı doldurdu.
''Seyhan, nerdesin kızım?''
Sebebini bilmediğim bir şekilde 'kızım' kelimesini bir tek annemden duymayı seviyordum. Öğretmenlerin bana 'kızım' diye hitap etmesi iticiydi.
Yürümeye devam ederek sorusunu cevapladım. ''Dershaneden yeni çıktım, anne. Durağa gidiyorum.''
''Tamam yavrum, dikkatli git eve,'' dedi ve telefonu kapattı.
Hava kapalıydı, yağmur yağacağa benziyordu. Böyle günlerde kalabalık içerisinde kulaklığımı takıp, moralimi yerine getirecek bir şarkı açıp yürümeyi severdim. Böylece bugünün de sorunsuz bittiğini hissederdim.
Kulaklıklarımı takıp yürümeye başladığımda arkamı dönüp evlerine gitmek üzere kapılardan çıkan genç bireylere baktım. Mutlu gözüküyorlardı. Tanıdıklarıma el salladıktan sonra iç çekerek önüme döndüm.
Minibüs durağına yürürken, sebebini bilediğim şekilde insanların ilgilendikleri şeyleri düşünmeye başladım. Sınıf arkadaşım Buse, kozmetik ürünleriyle ve kumral çocuklarla ilgilenirdi. Özellikle kumral çocuklarla. Kardelen pahalı kıyafetlerle, Günden Türkçe Rap'le, Didem takılarla, Gizem de saçlarla. Ben...
Ben ise vampirle ilgilenirdim. Buna saplantı da denilebilirdi çünkü ilgilenmenin ötesine geçmiştim. Bir ipucu arıyordum, kan emicilerin varlığına dair. Araştırmalarıma rağmen hala bir sonuç elde edememiştim.
Düşüncelerimin derinliklerinde kaybolurken sert rüzgarın saçlarımı dağıtmasıyla kendime geldim. İki elimle sarmaladığım defter ve kağıtlarımı bir elime verip diğer elimle saçlarımı düzeltmeye çalıştım. Saçlarımı kulağımın arkasına atacağım sıra şiddetle bir rüzgar elimdekilerin uçmasını sağlayınca saçlarımı bırakıp kağıdın peşinden koşmaya başladım.
Rüzgar yavaşlarken kağıt kaldırım taşlarından birine takıldı. Ona almak için ilerken, bu boş sokakta ayakkabılarımın bıraktığı tok sesini duyabiliyordum ve bu benim ürkmeme sebep oluyordu.
Kağıdın önüne eğildim de kağıdı tam alacağım sırada rüzgar tekrar şiddetlendi, böylece kağıt yeniden uçtu.
Rüzgar tekrar yavaşlarken kağıt da yere süzüldü. Nefesimi verirken kağıda uzandım fakat kağıt tekrar havalandı.
Paranoyak kişiliğim bu durumun bende şüphe uyandırmasını sağlamıştı. Boş sokak, karanlık ve benimle oyun oynayan yaramaz bir rüzgar. Ah, yalnızca rüzgar. Korkak olma.
Başımı iki yana sallarken kağıda doğru ilerledim, önünde eğilip bir saniye kağıda baktım ve kağıdın tekrar uçmasına izin vermeden kağıdı yakaladım. Zaferle gülümseyip kağıda baktım. Ve sonra nededini bilmediğim bir şekilde karşı kaldırıma baktım. Eski görünümlü siyah durağında yanında bir köpek yatıyordu.
Köpeğin rengi o kadar siyahtı ki yattığı yerden belli olmuyordu. Pis görünüyordu ve kokusu rahatsız ediciydi. Yazık.
Ve sonra... Daha dikkatli baktığımda kocaman gözlerinden bir gözyaşı damlasının akmakta olduğunu fark ettim. Gözleri irileşmişti ve acı çekiyor gibiydi.
İçim acıyla burkulduğunda gözlerimi başka bir yöne çevirmeye çabaladım. Bakışlarımı köpeğin arkasına çevirince uzun boylu, sarı tişörtlü adamın bir zinciri çekerek yürüdüğünü gördüm. Saçları uzundu arkaya doğru yatırmıştı.
Zincire bağlı olan ise hareketsiz bir şekilde duran köpekti. Öfkelendiğimi hissettiğimde onlar sokağı dönmeden önce karşıya geçebilmeyi denedim.
Boş olan sokakta rahatlıkla karşıya geçebildiğimde sari tişörtlü adam ve köpekte sokağı dönüyordu. Yere sürtünmesi nedeiyle tırnakları yeri çiziyordu. Bu ses rahatsız ediciydi.
Sokak karanlık ve sakindi. Ah, korku filmlerindeki gibi. Sanki şu an bir korku filmindeydim ve karanlıktaki canavarın peşinden giden o salak kızdım. Eğer mantıklı olup bu psikopat adamın peşinden gitmeseydim pişman olacağımı da biliyordum.
Bu yüzden yürümeye devam ettim. Hızla, biraz da gergin adımlarla ilerledikçe adım seslerini duyabiliyordum. Yaklaşmış olmalıydım. Hımm...
Sokağın sonuna geldiğimde yavaşladım. Sırtımı duvara yasladığımda hızla inip kalkan göğsümün fark edilmemesini umuyordum. Usulca başımı öne uzattım, gözlerim kapalıydı ve başım ara sokağa dönüktü. İşte o an.
Adım sesleri kulağıma dolmaya devam ederken gözlerimi açtım.
Ah.
Bu bir şaka olmalıydı adım sesleri hala duyulmasına rağmen burada kimse yoktu. Seslerin buradan geldiğine emindim. Eğer deliriyor olmadıysam.
Aynı zamanda beni buraya getiren bir çekim hissediyordum. Bu çok... güçlü bir histi.
Sokağın ortasına geldiğimde nefres nefeseydim. Çılgınca etrafıma bakarken bir ulama sesi geldiğinde gözlerimi ve kulaklarımı kapattım. Deli gibi korkuyordum.
Nihayet sesler kesildiğinde göz kapaklarıma açılmaları için izin verdim. Artık esen sert rüzgar, yerini tatlı bir esintiye vermişti. Adım sesleri duyulmuyordu ve burası sakin görünüyordum. Kaos burası için bitmiş görünüyordu.
Ah. Peki az önce olanlar gerçek miydi? Bilinçaltım bana bir oyun oynamış olabilir miydi?
Belki de bir şeylerin peşini bırakma zamanı gelmiş olabilirdi.