Günlerden perşembeydi. Yerdeki mumlarım çoktan erimişti. Güneş, daha batmadığından mumlarımın sönük ışıklarına odayı aydınlatmada yardım ediyordu. Ne zamandır bu küvetin içindeydim, hatırlamıyordum. Arka fonda bozuk olduğunu bildiğim halde içine takmış olduğum Elvis Presley plağını çalmaya çalışan plakçalarımın cızırtılı sesi olması gerekiyordu. Ama buraya bir iki ay önce taşınan üst komşumuz bir parti veriyordu ve çalan müzik benim aciz plakçalarımın sesini bastırıyordu.
Yerde duran plastik şarap bardağını elime aldım ve son yudumlarımı içtim. Bardağı yerine koyup küvetin içinde biraz daha kaydım. Su burun deliklerimin altına gelince durdum.
Canım acıyordu. İçimdeki şeytanlar sivri kuyruklarını etlerime batırıp bana bağırıyorlardı. Dolmaya başlayan gözyaşlarımın hissiyatı, canımı batırılan kuyruklar kadar çok yakarken derin bir nefes aldım.
Göz yaşlarım suya damladığında onları silecek halim olmadığını fark ettim. Göz yaşlarını silemeyecek kadar yorgun olmak. Ne trajedi ama. Ev arkadaşım Charles'ın işten çıkıp buraya gelmesi için tahmini bir saat vardı. Bir saatte çok şey yapabilirdim aslında. Evi toplayabilir, ona yemek yapabilir ya da Azrail'in geciktirmiş olduğu hoş geldin öpücüğünü kabul edebilirdim.
Kafamı sola çevirdim. Mumların ışığıyla gördüğüm kadarıyla rafı taradım gözlerimle. Gözlerim ikinci rafta takılı kaldı. Azrail'e o kadar uzak olmayabilirdim aslında.
Sol elimi rafa uzatıp jileti elime aldım. Ağlayarak dudaklarıma bastırdım soğuk demiri. Son canlı öpücüğümü parlak demir parçasına veriyordum. İçinde bulunduğum mizahi durum, suratımda histerik bir gülümsemenin yerleşmesine neden olmuştu. Derin bir nefes aldım tekrar. Kalbimdeki sızı kendini giderek belli ediyordu. Yavaşça bastırdım ellerimi göğsüme.
Acaba bir mektup bırakmalı mıydım arkamdan ? Beni Charles'tan başka özleyen olur muydu ? Ah tatlı Charles. Evinde kalmakla ona büyük yük oluyordum zaten.
Ama biraz düşününce, belki de o da sevinir içimdeki şeytanların galip gelmesine, değil mi ?
Jileti bir iki kez elimde çevirdim. Emin miydim ?
Bir ses yükseldi şeytanlardan. " Evet. "
Jileti sol elime aldım ve iki damarımın ortasına bastırdım yavaşça. Lakin ellerim jileti çekecek gücü göstermiyordu. Gözlerimden yaşlar akarken gideceğim yeri düşündüm. Annemi görmeyeli yıllar olmuştu. Onun kadar iyi bir kadının öyle bir yerde ne işi olurdu ki ?
Dikkatimi toplamak için kafamı salladım. Jileti parmaklarım arasında döndürdüm. Elvis'in zar zor duyulan kudretli ama cızırtılı sesiyle jileti bastırdım soluk tenime.
Köşedeki pencerenin hızlıca açılmasıyla mumların ufak ışıkları söndü. Baygın gözlerle kafamı pencereye çevirdiğimde içeri birinin girdiğini gördüm. Şaşkın gözler ve yarı açık bir ağızla içeri giren kişiye baktım. Beni görmedi. Aynanın karşısına geçti. Elindeki pet bardağı, klozetin üstüne bıraktı. Islık çalarak saçlarını düzeltti. Bardağını aldı ve pencereye doğru dönerken ona şaşkınca bakan beni gördü. Şaşırma sırası ondaydı. Bense donup kalmıştım. Şaşkın gözleri yüzümde dolaştı. Gözleri, parmaklarımın arasındaki parlak demir parçasını gördüğünde hemen yanıma geldi. Bardağı yere bıraktı ve elimdeki demiri aldı.
"Bunun oyuncak olmadığını biliyorsun, değil mi ?"
Donmuştum, bedenim gözlerimden yaşlar akmasından başka hiçbir şekilde tepki göstermiyordu.
Gözlerimi gözlerinden ayırdım, sönen mumlara baktım. Boğuk sesi kulaklarımı doldurduğunda ona doğru döndüm. "Demek ki biliyorsun."
Bileklerimden dirseğime kadar uzanan irili ufaklı, çoğunu çoktan geçmiş çoğu da yeni yeni geçmeye başlayan izlere baktım. Her şey ters gidiyordu. Şu an son nefesimi verip Azrail'in beni almasına izin vermiş olmalıydım. Bileğimde gezinen elini ittirdim. Hızlıca küvetin içinden kalktım. Yerdeki bornozu aldım ve ıslak çamaşırlarımın üstüne sardım. Kemeri hızlıca bağladım. Karşımda duran her kim ise, kapıya yaslandı. Parmaklarının arasında gidiş biletimi tutuyordu. Gözlerinde adlandıramadığım bir duygu vardı. Onun yaptığı gibi yapıp arkamdaki duvara yaslandım.
