Ögleden sonra saat beş

9 1 0
                                    

Işten eve toplandığımda, evin dağınık ve tozlu olmayan, hatta tek düzenli kısmı olan cam boyundaki sandalyeye oturup dışarıdaki puslu ve kirli havayı uzunca düşündüm. Hava tam da benim gibiydi üzgün, her an ağlayabilir ve tembel, sanki bir tuvale iç dünyamı çizmiş ve önümde sergiliyordu hayat. Bu kasvetli odada neden kalıyordum ki? Evimi ne zaman toparlayıp diğer insanlar gibi evde misafir ağırlayacağım ben? Misafir ağırlayacak arkadaşım da yoktu zaten, benim hiç arkadaşım yok, aslında sohbet ettiğim birkaç kişi var, fakat onların beni pek de umursadığını zannetmiyorum. Pencerenin yamacından kalkıp odaya bir göz gezdirdim ve her tarafa dağılmış olan kitaplar ve vergi mektupları, boş veya yarım kalmış kahve kupaları, küf tutmuş tabaklar, neredeyse evin her tarafında bulunan sigarayla dolmuş hatta taşmış olan mermer küllükler, haftarca yıkanmayı bekleyen kıyafetler...
Oh, hayır bunları temizlemem kaç haftamı alır kim bilir, diye içimden feryâd ederek izliyordum odayı. Aslında sadece bir günde tüm evi temizleyebilirdim ve o gün bu gündür. Haftalardır sürekli temizlemeyi ertlediğim için evde yıllar öncesinden terkedilmiş havası vardı.
Her yere dağılmış olan kitaplarımı sonradan kütüphane odasına dizmek için masanın üzerine koyuverdim. Salondaki küçük, siyah kahve sehpâsının üzeri açılmamış mektuplar ile kaplıydı, en çok annemden mektup geliyordu, açmıyordum, fakat bir tek onunkiler renkli zarflardı o yüzden onunkileri diğerlerinden ayırt edebiliyordum. Ona yazmadığım için bana kızdığını biliyordum fakat içimden yazmak gelmiyordu. En son mektubunu okuduğumda bana arkadaşlarını ve hemen, hemen her gün düzenledikleri 5 çaylarnı anlatıyordu, arkadaşlarının hakkımda söylediklerini de yazıyordu. Okadar çok dedikodu yapıyorlardı ki, belki de bu yüzden mektuplarını okumayı bırakmışmdır. Annem Fransanın elit ve zengin kesiminden olan bir markizdi, çok güzel ve özgüvenli bir kadındı, babam ise çevresi çok geniş olan bir aristokrattı. Tanışmaları ailelerinin sürekli davetlerde gezmeleri sayesinde gerçekleşmiş, annem tanıştıkları geceyi "güneş batıp gölgeler kalmadığında aşkımz gözükürdü" diye tâbir ederdi. Kalp krizi geçirdiğinde de babam hastanede bunları tekrar ediyordu, son saatlerini anneme ebedi aşkını kanıtlarcasına. Babam vefât ettiğinden yıllar sonra annem güzelliğinden hiçbir şey kaybetmedi, fakat özgüveninden eser kalmadığına eminim. Ingiltereye taşınıp yasını orada tutmaya karar vermişti, ben de doğduğum ülkede, babamdan kalan hatıralarla dolu evimizde kaldım.
  Her zaman babam bana nâzik davranırdı ve  eğitimime çok önem verirdi, yazmayı öğrendiğimde yüzünde beliren gurur ve neşeyi hiç unutmam, unutamam, sanki dilediği her şey gerçekleşmişti. Babama şu an her zaman ihtiyacım olduğundan çok ihtiyacım vardı, çünki bu boşluğun ve depresif tavırlarım hoşuma gitmiyordu, onu okadar çok özlüyorum ki ne zaman düşünsem kalmbimi sancılar kaplıyordu. Ailemizden geri kalan sadece ben, erkek kardeşim Dúma ve annem kaldı, bir de babamın annesi ve babası var, fakat herkes başka yerlerde yaşıyor.
Tüm işimi bırakıp annemin mektuplarını okumaya dalmıştım, sürekli bana bankada kalan paraları ve onlarla ne yapacağımı soruyordu, bense hâla emin değildim ne yapacağımdan , bir bankada çalışıyorum ve düzenli bir gelirim de var, kardeşimle görüşüp görüşmediğimi de merak ediyordu fakat o Italyada yatılı koleje gidiyordu, izin alabilirse iki ayda bir görüşüyorduk. Soğuk savaş dönemi olduğu için pek izin alamıyordu zaten.

Yaz günü kahır yağarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin