Merhaba arkadaşlar ben Göksu umarım kitabımı beğenirsiniz :)
KARA KEÇİ
Benim ismim Zeynep , 14 yaşındayım . Bir gün arkadaşlarla geziyorduk ,sohbet ediyorduk, başımızdan geşen korkunç hikayeleri anlatıyordık. Rahmetli Kapı komşumuz Hüsnü bey amca anlatırdı… Urfa’da ki köylerinde bir zamanlar çok garip olaylar olmuş. Hala bu ürkütücü olayların
devam edip etmediğini bilmediğini ama yine de emin olmadığını söylerdi bize. Çünkü köyüyle tüm ilişkisini koparmıştı. Aklımda
kaldığı kadarıyla bu olanları sizinle paylaşmak istiyorum. Köylerinin adı “Karakeçi”, nam-ı diğer “Cinli Köy”. Çevre kasaba ve köylerin insanları, cinlerin musallat olduğu bu köyden ve orada yaşayan köylüllerden olabildiğince uzak durmaya çalışırmış.
1900′lü yıllarda Karakeçi’nin çok dindar birisi olan çobanı İbrahim bir gün sürüyü salmış otlağa ve de oturmuş bir ağacın altına. Rehavet basmış ve de uyuya kalmış. Esen hafif rüzgar onun suratını yalayıp geçmiş, o esnada birkaç hınzır kıkırdama duymuş. Hemen gözlerini açmış. Gördüğü şey çevresinde toplanmış ve başında bekleyen, ona sinirli sinirli bakan ve bağırıp çağırarak ağıza alınmayacak küfürler savuran koyun sürüsü olmuş. Hızla ayağa fırlayarak köye doğru koşmuş. Bir yandan da omzunun üstünden arkasına bakıyormuş, korkudan tir tir titreyerek. Kan-ter içinde evine varmış ve ev ahalisine soluk soluğa olanları anlatmış. Tabii ki kimse ona inanmamış. Gerçi o zamanlar “Gul Yaban”i rivayetleri çok yaygınmış ama yine de İbrahim’in anlattıklarını çok saçma bulmuşlar. Hatta onun delirdiğini sanmışlar. Olay bir süre sonra unutulmuş. Çoban, Hüsnü bey amcanın dedesiymiş. İbrahim, bir daha o otlağa gidememiş ve artık hiçbir koyuna bakamıyormuş. Bir gece, tuvaleti geldiği için evden çıkmış ve ertesi sabah boynu 180 derece dönmüş ve de gözleri çıkartılmış bir vaziyette, yerde yatarken bulunmuş. Bir kaç köpek, çobanın bomboş olan göz oyuklarını yalıyormuş ve de kalan et parçalarını kemiriyormuş. Tabiatı ile herkes onu köpeklerin parçaladığını düşünmüş. Çobanın oğlu Hüseyin, bir kaç yıl sonra evde yalnız kaldığı bir zaman, namaz kılmaya karar vermiş. 2. rekatının ortasında, ev hafiften sallanmaya başlamış. Adam, yine de devam etmiş namaz kılmaya. Bu sırada evde başka birşeylerin varlığını sezmiş. Onu ziyarete gelenlerin, etten kemikten olmadıklarını hissetmiş ve de onları göremediği için de korkusu ikiye katlanmış. Dualara devam etmiş, belki bu ifritler, iblisler gider diye; ama her ne kadar Allah’a sığındıysa da varlıklar gitmemeye kararlıymışlar. Secdeye vardığı anda üstüne ağır bir şey atlamış ve de sırtına binmiş. Hüseyin, durmadan Kelime-i Şehadet getirmiş ve her Allah dediğinde, üstündeki şey daha da bir bastırıyormuş. Adam, yüzü tamamen seccadeye yapışmış bir halde dualar okuyormuş. Kendi arkasından gelen bazı koşuşturma ve de kağıt yırtılması sesleri duymuş. Ayağa kalmak istediyse de yapamamış, yerinde doğrulamıyormuş bile. Artık o kadar ağlamasının ve yalvarlarının ardından sırtına çok sert bir tekme yemiş ve onların gittiğini hissetmiş. Bu olayı, akşam üzeri ailesine anlattığı zaman herkes ona inanmış, çünkü bir iki dakika önce her zaman evlerinin duvarına asılı olan Kuran-ı Kerim’i paramparça bir halde dışarıdaki tuvalette bulmuşlar. Bütün köye ve de çevre köylere bu olay yayılmış ve köy bundan sonra “Cinli Köy” diye anılmış. Ama bu tip olaylar artık olmuyormuş. Hüseyin’de bu hadiseden sonra bir daha korkudan ağzına “Allah” lafını alamamış. 10 sene sonra, Hüsnü bey amca 6 yaşındayken, babası Hüseyin yatağında ölü bulunmuş. Gözleri korkudan faltaşı gibi açılmış ve de vücudu kaskatı kesilmiş. Köyün imamı gelmiş cesede bakmaya ve dualar okuyup üfledikten sonra, adamın ölmeden önce felç geçirdiğini ve de bütün ayak parmaklarının kırıldığını fark etmiş.Ondan sonra bütün eve ve de ev halkına okuyup üflemiş ve de gitmiş. Hüseyin’in nasıl öldüğü anlaşılamamış, zira o gece yanında kimse yokmuş. Yalnız, Hüsnü bey amca, o gece babasının odasından bazı homurtu ve mırıldanmalar geldiğini duymuş ama önemsememiş.