5.Bölüm "İlk Yangın"

7.1K 277 108
                                    

Selam canlarım ciğerlerim. 9200 kelimelik bir bölüm oldu.

Çok emek verdim. Yazmak günlerimi aldı. Umarım sizlerde beğenirsiniz. Telefonum donduğu için burada kesiyorum. Beğenmeyi, yorum yapmayı unutmayın lütfen. Allah'a emanet olun.♡

🐍

Kurşun yarası gibiydi öfke; hem sahibini hem de nasibini alanı sızım sızım sızlatırdı acıdan. Dilâ yarasına her pamuk basılışında nasıl inlediyse Yusuf da her saniye etini kazıyorlar gibi hissetmişti. Çektiği bu gazabın nedenini bilmiyordu fakat pişmanlığı içindeki canavarın en büyük düşmanıydı. Sakin kalacağım dediği her an beyni ona ihanet etmiş, mantık denilen kavramı silip atmıştı aklının bir köşesine.

Tekrar ve tekrar kötü tarafına uğradığı yenilgi ile gözlerini karartmış, olabilecek en masum kişinin teninde son bulmuştu içindeki zehrin kiri. Dilâ için vücudunda bırakılan izlerin ilki değildi bu yara, tıpkı Yusuf’un kalbinde açılan ilk yara olmadığı gibi. Tek düze hayatına misafir olan bu kızın sorumluluğu Yusuf'un üzerindeydi.

Omzunda bir sürü sorumluluk vardı, bu ilk değildi fakat özeldi. Ne kadar katlanılmaz olsa da onu bu evden geldiği masumluğuyla gönderecekti, aklında olan buydu. Fakat aklında olmayan tek şey bu misafirin zakkum kadar zehirli oluşuydu.

Yusuf nasıl dayansın bıçak kadar keskin olan o dile, nasıl baksın kalbine diken fırlatan o acımasız gözlere? Bu kadar nefret dolu, kalbi kinin siyahına bulanmış bir kadın tanımamıştı. Ve bunca şeye rağmen o ahu gözlerin ardında saklanan küçük yaralı kadın Yusuf'un kalbine dokunuyordu. Nefretiyle vicdanı arasında kalmış kız onu iyilikle kötülük arasında ikilemde bırakıyordu. Bu yolun sonu ne olur, işte Yusuf hiç bilmiyordu. Sıkıntıyla büzüşmüş suratını sıvazladı. Oturduğu koltuğun kenarı kemiklerini kırarcasına işkence ediyordu bedenine. Yakınlardan gelen, kulağında uğuldayan ambulans sesleri, acı feryatlar...

Acilin bir köşesinde kolları göğsünde dibe batmış gibiydi. Duyduğu her ses beyninde patlıyor; her acı çığlık, boğazında düğümleniyordu. Sevmiyordu adam hastaneleri. Sahi en son ne zaman gelmişti? Ne zaman bir çare aramıştı ölen ruhuna? Ne zaman mı gelmişti? Tamı tamına 3 yıl önce! Elleriyle canına kast ettiği iki canı taşımıştı bu hastaneye.

Ruhunu da onlarla beraber morgun soğuk, kırık sühvesine bırakıp gitmişti. Bir daha ölecek dahi olsa hastane adı altındaki bu soğuk 'mezara' adımını atmamıştı, bugüne kadar! Meyus kalbi ve pespaye ruhu o acılı anlardan doktorun sesiyle çıktı. Gözleri yanıyor, kapanmak için kıvranıyordu. Yaslandığı koltuktan doğrulup doktorla göz göze geldi. Yaşlı adam gözlüğünü düzeltip yatakta bitap halde yatan Dilâ’yı ve yarasını süzdü. Ardından namını Mardin’de pek çok duyduğu yakışıklı adama döndü her bir çizgisinde yılların emeği olan yüzüyle.

"Çok şükür ki dikiş atmamızı gerektirecek bir durum yoktu. Yarayı sardık, yalnız iki kere daha iki saatte bir pansuman yapılması lazım, iltihap kapmasına karşın temkinli olmalıyız. Böyle yaralar mikrop kaptığı zaman tehlike arz edebiliyor. Alacağınız malzemeleri yazdım, pansumanı steril bir şekilde evde yapabilirsiniz."

Doktorun her bir kelimesini aklına kazıdı genç adam. Her bir sözünü onaylayarak dinledi. Doktor gerekli olan tüm bilgileri verdikten sonra geçmiş olsun dileyerek ayrıldı yanlarından. Yusuf doktorun gitmesine karşın demirde asılı olan perdeyi çekip diğer hastalara görüşlerini kapattı. Zira hiç hoşlanmazdı kalabalık ortamlardan.

"Mikrop yanımda doktor bilmiyor ki!"

Dilâ'nın acıyla kavrulmuş fısıltısı kulaklarına ulaştığında sırıtmadan edemedi. Doktoru dinlemek için kalktığı koltuğun kenarına geri yaslanıp kollarını aynı şekilde göğsünde bağladı. Dilâ acıyan yarasından dolayı sık nefesler alıp veriyordu. Bu acının büyüklüğü devede pire kalırdı fakat küçük yaranın sızısı da uzun sürerdi işte. Şimdi başucunda oturan sinsi adama muhtaç olmak kadınlık gururunu zedeliyordu. Genç adam Dilâ'nın acı sıfatını izlemeyi bırakıp az önceki sözlerine cevabı esirgemedi.

DİLÂ Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin