Bütün hayatımız boyunca ruh-eşimizi aramak, ne kadar doğru? O doğru insanı, bizi tamamlayacak insanı umutsuzca hayatlarımız boyunca aramak. Belki de bu yoldan giderken hayatımızdan bir sürü güzel şeyi kaçırıyoruz, belki de mutlu olabileceğimiz insanlarla olma şansını kaybediyoruz. Ama içimizde bir yerde her zaman o doğru insanı bulmak istiyoruz.
Park Jimin, 22 senelik hayatı boyunca hep ruh-eşlerinin varlığına inanarak yaşadı. İlk zamanlarda umursamadı, her şekilde karşıma çıkar diye düşündü, ama ne zaman biriyle çıkmaya başlasa, hiç bir zaman işler istediği gibi gitmiyordu.
Ruh-eşi ile tanıştığında o özel pırıltıyı gözlerinde göreceğini biliyordu. O elektriğin çarpacağını biliyordu. Ama ne zaman olacağını bilmiyordu. Hayatı boyunca o doğru kişiyi beklemek istemiyordu. Hayatını boşa harcamak istemiyordu.
O yüzden artık aramayı bırakmıştı, insanlarla çıkıyordu, ayrılıyordu. Eninde sonunda gerçekten mutlu olabileceği birini bulurdu zaten. Ruh-eşi olmak zorunda değildi bu, sadece anlaşıp mutlu olabileceği biri.
Ama bazen istemeden morali bozulabiliyordu, sanki etrafında ki herkes o doğru kişiyi bulmuştu. Sanki bulamayan sadece kendisi kalmıştı. İşte o yüzden böyle zamanlarda bu atölyeye geliyordu,
Burası gittiği üniversitenin, güzel sanatlar fakültesinde ki atölyelerden biriydi. Okulları büyük olduğu için birden fazla atölye vardı, ama Jimin'in gittiği kendi bölümüne en yakın olandı.
Kendisi dans bölümünde öğretim görüyordu, ve kesinlikle bölümüne âşıktı. Ayriyetten en yakınım diyebileceği insanlarla tanışmıştı orada, Jeongguk ve Hoseok. Üçü ayrılamazdı, Üniversitenin ilk yılından beri beraberlerdi ve hiç ayrılmamışlardı. Tabii aslında Jeongguk onlardan bir sene küçüktü, o yüzden Jimin ilk Hoseok ile tanışmıştı, ama öbür sene Jeongguk hayatlarına girmişti ve küçük kardeşleri gibi çok seviyorlardı onu. Hoseok için biraz daha farklı olabilirdi tabii.
Dans stüdyolarının olduğu binanın hemen yanında, Jimin'in gittiği, az kullanılan atölyenin bulunduğu bina vardı. Bu binada genelde resim bölümü öğrencileri bulunuyordu. Ama bu atölyeyi tek bir kişi dışında başka kimse kullanmıyor gibiydi.
Jimin bu atölyeyi yine depresif hissettiği bir zamanda bulmuştu, suratı asık bir şekilde binada dolaşıyordu, kafasını dağıtmak için bir keşfe çıkmıştı. Amaçsızca etrafta dolaşırken, bir oda ilgisini çekmişti. Kapı normal bir kapıydı, ama bu odanın farkı, içerinden odun ve çiçek kokuları gelmesiydi. Jimin istemsizce bu kokuya çekilmişti, vücudu kendinden habersiz içeriye girmişti.
Atölye'ye girdiğinde öbür atölyelerden bir farkı olmadığını görmüştü, ama bu odun ve çiçek kokuları ortama hoş bir hava katıyordu. Bir sürü kullanılmamış şovale vardı. Bir köşede bir sürü boş boya kutusu ve fırçalar vardı. Jimin o zaman anlam verememişti, bu kadar güzel bir yerde neden kimse çalışmazdı ki?
Sonra biraz daha gezindiğinde fark etti ki, burada çalışan bir kişi vardı. Jimin'in gözü bir tuvale çarpmıştı. Çok güzel buğday tenli bir kadının portresiydi bu, güneşin geldiği yöne doğru açılandırılmıştı. Büyük ihtimal kuruması için bırakılmıştı.
Jimin çekincence ellini tuvalin üstünde gezdirdi, yağlı boya ile yapıldığını tahmin etti. Gözlerini portreden çekemiyordu, her detay çok ince yapılmıştı, kadının gözlerinde ki parıltıdan, burnunda ki bene kadar her şey vardı. Orta yaşlarda ve ya daha büyük bir kadına benziyordu, göz kenarlarında hafif kırışıklıklar vardı. Jimin kafasında ki bütün sorunları unutmuştu, bütün üzüldüğü şeyler uçup gitmişti birden bire. Kendini portrenin güzelliğine kaptırmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
noir, vmin ✓
FanfictionBu kişi adeta bir yunan tanrısını andırıyordu, biçimli kaşları çatıktı ve gözleri kahvenin en koyu tonundaydı. Jimin dizlerinin bağının çözüldüğünü hissetti, tekrardan âşık oluyormuş gibi hissetti, içinden bir titreme geçti, yüzüne vuran güneş fazla...