A Thousand Years of Solitude

716 36 9
                                    

NOT: Bu tek bölümlük bir hikayedir, devamı kesinlikle gelmeyecektir. 

Caroline, arabasını sokağın kenarına park etti, yavaşça indi ve muhteşem güzellikteki yüzünü kapatan Gucci gözlüklerini çıkardı. Bazen 29 yaşında olup 17 yaşında gözükmenin o kadar da kötü olmadığına karar verdi. Artık daha özgüvenli bir kadın haline gelmişti, ancak geçen 10 yıl boyunca kazandığı özgüven içinde bulunduğu durumu düşündüğü saniye eriyip gidiyordu. Ne de olsa, her zaman onun peşinden gelen, onun için savaşan kişi olmuştu ve bu kez savaşma sırası Caroline'da idi. Klaus Mikaelson bir çok şeydi ancak kesinlikle verdiği sözlerin arkasında durmayan bir adam değildi. Sözünü tutuyordu. Ormanda karşılaştıkları o gün, söz verdiği şekilde Caroline'ın onu gördüğü son gün olmuştu. Caroline'ı yalnız bırakmıştı; onu ne istediğini anlaması için yalnız bırakmıştı. Onu yaşaması, planlar yapması, yeni şeyler tecrübe etmesi, partilere gidip eğlenmesi, davetler organize etmesi, üniversiteyi bitirmesi, hatalar yapması için yalnız bırakmıştı. Onu büyümesi için yalnız bırakmıştı. Ve tüm bunları başardığında, tüm taşlar yerine oturmuştu. Duyguları anlam kazanmıştı, artık ona yanlış gelmiyorlardı. Çünkü "yanlış" artık Caroline Forbes için göreceli bir kavramdı.

Ve zaman geldi çattı. Hiçbir beklentisi yoktu ve oluşmaması için çabalıyordu. Ne de olsa son karşılaşmalarının üzerinden tam 10 sene geçmişti ve Caroline kendisini hatırlayıp hatırlamadığını bile bilmiyordu. Belki de çoktan onu aşmış ve yeni bir hayata yelken açmıştı. Ama ne olursa olsun, bu kez savaşmadan pes etmeyen kişi Caroline olacaktı.

Çevredeki insanlardan tarif alarak Klaus'un evini buldu Caroline. İsmini duyan kişilerin bazıları ürküyor, bazılarıysa gururla tarif ediyorlardı. Caroline anlam veremedi. Klaus onlar için neydi? Bir düşman mı, yoksa bir dost mu? Düşüncelerinden soyutlandı ve kapısının açık olduğu malikaneye adım atmadan önce derin bir nefes verdi. Bunu başarabilirdi. Onu o kadar iyi tanıyordu ki, iç güdüleri ona Klaus'u nerede bulacağını gösteriyordu sanki. Ve işte! Oradaydı. Büyük, geniş kütüphanenin şehri izleyen bir penceresinin önünde koltuğa oturmuş, dikkatini tamamiyle okuduğu kitaba vermişti. Ah Tanrım... Eğer gerçekten atan bir kalbi olsaydı, kesinlikle o anda durmuş olurdu. Çok uzun zaman olmuştu... fazlasıyla uzun. Ancak yine de yüzündeki her hattı, her çizgiyi ezbere biliyordu. Geceleri uyumadan önce kendisine bir harita olarak seçtiği o kusursuz mimiklerin hayallerini kuruyor, ve kendisini yeniden karşılaştıkları ana hazırlıyordu eskiden. Ve işte hayali gerçek olmuştu. O gün ormanda yanağına dokunduğunda hissettiği şey hala tap taze duruyor ve bedenini titrediyordu. Pembe, kusursuz dudaklarının aldığı mükemmel şekil, o iç eriten gülümseme hala aklındaydı. Okyanusları kıskandıracak bir renge sahip gözleri, derin bakışlarıyla dile getirilmemiş o bütün güzel sözcükleri hala duyabiliyordu. Hiçbiri değişmemişti. Hızla başını iki yana salladı, Caroline, ve Klaus'un odadaki varlığını hala sezmediğini fark etti. Kendisine "Merhaba, Caroline." dediği zamanları hatırlayarak gülümsedi. Ancak Klaus'un her zamanki o sakinliğinin aksine, Caroline ne diyeceğini bilmiyordu. Gerçekten karşısında olduğuna, onu yeniden gördüğüne inanamıyordu. Derin bir nefes alma ihtiyacı duydu. İhtiyacı yoktu ama ne zaman Klaus'un yakınında olsa buna ihtiyaç duyduğunu düşünüyordu. 

"Merhaba, Klaus." sonunda aralarındaki sessizliği bozdu.

A Thousand Years of SolitudeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin