bilmeye cesaret et

158 18 10
                                    

the cranberries, linger

📻

"Korkuyorum," dedim derin bir nefes eşliğinde. Kim Jongin'e karşı kendimi saklamazdım, birbirimize çok az söz verirdik fakat verdiğimiz zaman da tam tutardık. Bay Park'ın değil, bizim kuralımızdı bu. Ve birbirimize verdiğimiz ilk sözdü bu, açık olmak.

"Biliyorum," dedi başını sallayarak, bir yandan sımsıkı tutuyordu elindeki ıhlamur dolu bardağı. "Hatta öyle korkuyorsun ki, korktuğun şeyin ta kendisine hapsetmişsin kendini."

Acı bir gülüş gezindi dudaklarımda, söylediği şeyin doğruluğu sızlatmıştı kalbimi. Bunu anlamış gibi tereddütlü bir şekilde kaldırdı elini, hemen ardından parmakları yüreğimin üzerine yerleşti usulca. "Oh Sehun," dedi, hâlâ tereddütlü geliyordu sesi. "Cesaretini içinde kıskıvrak yakalamış, tıkmışsın bir testiye." Sesini iyice alçalttı ve parmaklarını en ağır hâlde çekti yüreğimden, "Kır testini."

Dört şekerli ıhlamurundan bir yudum aldı, sanki az önce içime binbir kasırgayı salmamış gibi bir rahatlıkla içti. Sözleriyle birlikte içimdeki testiyi elle tutulur hâlde hisseder oldum, öyle ki varlığı rahatsız etti beni. Bay Park'ın konuş diyen sesine uyup, bırakıverdim merakımı dudaklarım arasından. "Sen testini kırdığında kaç yaşındaydın?"

Bardağını dudaklarından çekerken kıkır kıkır güldü, yine çocuksu bir hissiyatla sardı her yanımı bu hâli. "Kırdığımı kim söyledi?" dedi umursamaz bir şekilde, oysa hissediyordum içinin nasıl da yandığını.

Parmaklarımı tıpkı onun yaptığı gibi yüreğine iliştirmek istedim, hem de öyle çok istedim ki birdenbire karıncalandı elimin her köşesi, adeta Kim Jongin'in yüreğine dokunmayı arzuladı tüm varlığıyla. Fakat cesaretimden en ufak bir zerre dahi gezinmiyordu içimde. Çekingen bir biçimde sakladım ellerimi, sanki Kim Jongin görür de anlarcasına.

"Ne çok haber var," dedi huysuz bir sesle o sırada. Hiç haz etmez haberlerden, içi sıkılırmış, öyle der. Aynı bıkkınlığı yaşadığımdan, şikayetine katıldım hızlıca. Koltukta oturmakta olan Bay Park ise şikayetlerimizi işitir işitmez başladı azarlamaya.

"Ne olup ne bitiyor öğrenmeyelim mi, sersemler," dedi çatık kaşları eşliğinde. "Hayat o hareketli şarkılardan ibaret değil."

Bay Park'ın asla ama asla ortası olmazdı; ya çok tatlı olurdu, ya da çok huysuz. Bugün öylesine huysuzdu ki, yalnız bu azarlamalarıyla değil, sabahleyin az yemesinden dahi belliydi huzursuzluğu.

Kim Jongin de, ben de hiç ters cevap vermezdik ona. Bu konuyu tekrar konuşmamak üzere bir-iki mahcup bakış atıp geri döndük konuşmamıza.

"Kış geliyor," dedim tamamen alakasız bir şekilde. Bunu dememle beraber Kim Jongin tatlı bir gülümseme takındı hemencecik.

"Ihlamur içmek daha da keyifli olacak," dedi yine lekesiz, çocuksu sesiyle.

Bay Park aceleyle onayladı Kim Jongin'in dediğini. Sık sık katılırdı konuşmalarımıza, hatta öyle ki en sessiz cümlelerimizi dahi işitirdi kulakları. Ardından çatallı sesiyle ekledi. "Yakında unutmayın battaniye almayı, belli ki balkondan ayrılacağınız yok sizin."

Bu dediğine ikimiz de güldük kıkır kıkır. Bakışlarımız birbirine dokundu, yüreklerimiz o anın keyfiyle kıpırdandı. Meltemlerin gezindiği, seslerimizin hevesle kucaklaştığı balkonda, Kim Jongin'le gülmek kadar güzeli yoktu dünyada. İşte bu kadar ufacıktı evrenim, bir gülüş ısıtırdı her zerremi.

dört şekerli ıhlamurlar ' sekaiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin