(Namjoon çimlerin üzerinde oturmuş ağaca yaslanıyordur, Taehyung da başını dizlerine yaslayarak başlarının üstündeki yaprakların arasından gökyüzüne bakıyordur. Namjoon ara sıra kitabından başını kaldırıp bir şeyler söyler, Taehyung'un sorularına yanıt verir ve yeniden kitabına geri döner. Saat 06:17 p.m.)
TH: Kafamın içinde büyük bir şölen olmuş, herkes eğlenmiş, yemiş, içmiş de ortalığı kimse toparlamamış gibi.
NJ: Kendini ne kadar kötü hissettiğinle ilgili uydurduğun yedinci metafor.
TH: (Başını çevirip ona bakar.) Beni dinlemediğini sanıyordum. Lütfen dinlemiyormuş gibi davranır mısın? Bir şey anlatmak istiyorum.
NJ: (Bir şey söylemeden kitabına geri döner.)
TH: Beni sevdiğini sanıyor, ama sevmiyor. Benim yaptığım kendimi korumak aslında, kimse anlamak istemiyor. Çünkü kurbanı oynamıyorum. Herkesin bu konuda bir düşüncesi var, kulüptekilerin bile, kafalarını ansiklopedilerinden kaldırmayan ineklerin, uyuşturucudan gözlerini tamamen açamayan keşlerin bile. Herkes beni yargılıyormuş gibi hissediyorum, belki de böyle hissetmem saçmadır, kendi suçluluğumu başkalarına bağlamak istiyorumdur. Şu anda beni dinliyor olsan da beni yargılamıyorsun ve aslında yargılamak için bizi yeterince umursamıyorsun bile, senin hakkında bunu seviyorum. İnsanları önemsemiyorsun, yani gerekmedikçe. Yine konudan saptım, değil mi? Olay şu ki: beni sevmiyor. Sevdiğini sanıyor çünkü sahip olduğumuz şey özel, ikimizin de daha önce tatmadığı bir şey. Ama romantik değil. Sen Jimin'in benimle bir hayat geçirmek istediğini düşünüyor musun? Bir saniye yerinde duramayan, elindeki parlak şeyi sıradaki daha parlak olan için atan, ucu kendine dokunmadığında verdiği sözleri unutan, hafta sonlarını asla odasında geçiremeyen, hayatın bazen durup nefes almak için fazla kısa olduğunu düşünen ve birinin kalbini kırdığında sadece dudak altı özürleri ve tatlı gülümsemeleriyle her şeyi onarabileceğini düşünen Jimin. Çok sert olduğumu düşünüyorsundur belki ama gerçek bu, onu tanıdığım için söylüyorum. Bunları yüzüne karşı söylesem çemkirir kesin, hatta belki tokat atar, ama gerçek olduğunu ikimiz de biliriz. Sen de biliyorsun. Onu kırmamak için yalan söyleyecek değilim.
NJ: (Kitabın arkasından kıkırdar.)
TH: Ne? Bunu yapamayacağımı mı sanıyorsun?
NJ: Jimin kucağına oturur oturmaz eriyip yok olan birine göre fazla cesaretlisin.
TH: Kucağıma oturmadığında söylerim ben de bunu.
NJ: Kimse kimseyi bu kadar umursamamalı. (Kitabı kapatıp çantasının üstüne bırakır.) Hobi ile konuştun mu? Hala okulu bırakmayı mı düşünüyor?
TH: Konuşmasına konuştum ancak sohbetin başından sonuna kadar neden bahsettiğimizi anlamadım. Ama sanırım evet, kararından döneceğe benzemiyor.
NJ: Kendini böyle şeyler için fazla iyi görüyor. Akademik yaşam, kendisini ondan yüksekte gören insanların ona zaten bildiklerini öğretmesi... Bazen acaba haklı mı diye düşünüyorum.
TH: Değil. Bana kendimi aşkta boğmamı söyledi.
NJ: (Gülümser.) Neden yapmıyorsun?
TH: Aşkın kimin tarafında olduğunu biliyorsun. Ben ezilmeyeceğim.
(Uzaktan birinin onlara seslendiğini duyarlar, başlarını kaldırıp baktıklarında üç düğmesi açılmış beyaz gömleği ve sade, kırışmış siyah pantolonuyla onlara doğru gelen Seokjin'i görürler. Elindeki yarısı içilmiş şarap şişesiyle, bakışlarındaki bıkkınlıkla uyumadığı belli oluyordur. Taehyung üstünü temizler.)
SJ: Gündüzleri bir ayrı sevmiyorum. Güneş mesela, kim olduğunu sanıyor?
TH: Güneş mi? Ayı şimdiden görebiliyorum.
NJ: Babanın partilerinden mi geliyorsun?
SJ: Sorma. Piç herif katılmadığım sürece aylık harçlığımdan kesmekle tehdit ediyor. Tüm o yılışık yaşlı insanlarla vakit geçirmek, onlara ne kadar da babama layık bir evlat ve şirketlerin layıklı geleceği olduğumu göstermek zorundayım. İntihar nedeni.
NJ: (Kolunda sararmak üzere olan çürüğü gösterir.) Onun marifeti mi?
SJ: Siz neler yapıyorsunuz? (Sıkkınlıkla Taehyung'a bakar.) Senin hazırlamak zorunda olduğun mitoloji derlemesi yok muydu? Vaktini boşuna harcamaya bayılıyorsun.
NJ: Beni duyduğunu biliyorum. Ve yeter, uğraşma çocukla.
SJ: Çocuğun kendi ağzı yok mu? Gayet de kendini savunabilir, annesi misin?
NJ: Senin babanın karşında kendini savunduğun gibi mi?
SJ: Buraya dert ortaklığı yapmaya gelmedim. (Hiddet dolu bakışlarını yatıştırarak kendine iyice kıvrılmış ağaca yaslanan oğlana çevirir gözlerini.) Hala kendini bir bok sanıyorsun. (Çimlere uzanıp alayla gülmeye başlar.)
NJ: Kapa çeneni.
TH: Ben gitsem iyi olacak, işlerim vardı.
NJ: İşlerin? Jungkook'u bekliyoruz? Birlikte çalışacağız.
SJ: Sizinki değil mi bu? (Eliyle onlara doğru koşan Jungkook'u gösterir.)
TH: Bir şey mi oldu acaba?
NJ: Anlarız şimdi.
JK: Hobi'yi gördünüz mü? Kulüpten kızlar son gördüklerinde yüzünün kan içinde olduğunu söylediler.
TH: (Dik oturup, endişeyle kaşlarını çatar. Duymayı beklediği son şey değildi lakin ilk de değildi.) Sormadın mı nereye gittiğini?
SJ: Kesin yine sataştı birilerine. Dikenini içinde tutmasını bilmezsen böyle koparırlar işte.
JK: Son kez bahçede gördüklerini söylediler, deminden beri bakmadığım yer kalmadı ama yok. Telefonuna ulaşamıyorum. Hoş, zaten normal günlerde bile açmaz.
NJ: Merak etme, bence abartıldığı kadar kötü değildir. Çıkar yine bir yerlerden, onun için endişelenmemizle dalga geçer.
SJ: Boş ver şimdi sen onu, canı acımayınca nefes alamıyor o. Seninkinden ne haber?
JK: (Nefes nefese Namjoon'un yanına oturup alnındaki teri siler.) Yok, hiçbir şey. Babası artık aramalara ara vereceğini söyledi. Aslında son verdi, umudu kesti. Hayatımızdan tamamen çıkıp gittiğini kabullendi, ben kabullenemiyorum. Ama bir şey de yapamıyorum, yüzünü bile unutuyorum bazen. Bir gün kimi aradığımı unutmaktan korkuyorum.
NJ: Hiç gitmemiş gibi geliyor bazen. Keşke bizim onunla paylaştığımız gökyüzünü o da bizimle paylaşsaydı.
SJ: Bizim gökyüzümüz onu darlar. Şimdi bize Olympus'un tepesinden bakıyor.
NJ: Tanrıyı gören ölümlü sağ kalır mı?
JK: Hayır. Kalamıyormuş.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
you don't get me high anymore ➸ vmin
Fanfictionbüyük şehirler, büyük aşklar çığlık çığlığa terk edilir