Gecenin karanlığında ağaçların çıplak dalları rüzgarla savruluyordu. Çoğu korku filminde olduğu gibi bir görüntü vardı gözler önünde. Issız, karanlık, sisli ve soğuk havada genç avcının ağzından çıkan buhar yıldızlı geceye karışıyordu. Aldığı en büyük iş için izleri takip etmiş, bu ormana girdiğinde ise bütün ipuçlarını kaybetmişti. Kitabında pes etmek diye bir şey yoktu. İnatçı biriydi ve bir avcı olarak o cadıyı bulup öldürmek artık maddiyat kısmından çıkmıştı. Günlerdir o cadıyı arıyordu. En uzun uğraş verdiği cadı olması bir yana, artık bir şehir efsanesine dönüşen biriydi. Kimse onu avlayamıyor ya da gördüğüne emin olamıyordu. Buna rağmen onu hâlâ inatla bu av peşinde koşturan en nihayetinde cadının kafasını ellerinin arasında tutacak olmasıydı. İmkansızı başaracaktı.
"Nerdesin seni küçük ucube?" diye fısıldadı kendi kendine. Yerdeki ayak izleri çoktan kaybolmuştu ama içinde değişik bir his vardı. Buradaydı, biliyordu. Yılların tecrübesi, varlığını hissedebiliyordu. Bir saniyeliğine olduğu yerde durup gözlerini kapattı ve kendini karanlığa bıraktı. Biraz gevşemek ve zihnini boşaltmak ona çok iyi gelecekti. Derin derin nefes alıp verdi ve omuzlarını kararlı bir şekilde dikleştirdi. Gözlerini tekrar açtığında artık emindi. Elindeki hançeri sağ eline geçirip boşta kalan sol eliyle yanındaki ağaca saldırdı. Eli hızla görünmeyen sıcak teni kavradığında ukala bir tavırla gülümsedi.
"Kaçabilirsin ama saklanamazsın."
Eli, havayı sıkıyormuş gibi görünüyordu ama tenine vuran sıcaklık tam tersini söylüyordu. Saniyeler sonra boğazdan gelen seslerle birlikte cadı da ortaya çıkmıştı. Ölecek üzere olması büyüsünü de yok etmiş olmalıydı.
"Nefes... lütfen."
Avcı şok ifadesiyle sarsıldı. Öldürmeye çalıştığı kişi bir çocuktu. Gördüğü en güzel mavi gözlere sahipti. Kuzgun karası saçları beyaz tenine tezattı ve bu, avcının şu ana kadar gördüğü en güzel tezatlıktı.
Elini hızlıca artık yüzünün rengi değişen cadıdan çekti. Herkesi ya da her şeyi öldürebilirdi ama söz konusu en fazla on iki yaşında bir çocuktu. Bir çocuğu öylece öldüremezdi. Ne olursa olsun.
"Teşekkür ederim..." dedi cadı soluk soluğa. Aldığı nefesler arasında güçlü bir şekilde öksürerek ayağa kalktı ve arkasındaki ağaca tutundu. "...bu kadar merhametli bir aptal olduğun için."
Avcı hançerini hızlıca savurup cadı onu alt etmeden önce yüzüne bir çizik atmayı becermişti ama yeterli değildi. Bir saniyeden kısa bir süre içinde yere mıhlamıştı. Tek bir parmağını bile hareket ettiremiyordu.
"Merhametlisin."
Cadı temkinli adımlarla avcının etrafında birkaç tur attı. Yanağındaki derin kesikten akan kanlar boynuna süzülüyordu. Çocuk bedeni gri bir duman içinde hızla gelişip büyürken yerini yetişkin birinin bedeni alıyordu. Dönüşümü sonunda tamamlandığında gözlerini avcının gözlerine sabitledi. Çocuk ya da daha yaşlı biri fark etmiyordu. Hâlâ göz alıcı bir güzelliği vardı.
"Diğerlerinin hepsi beni öldürmeyi denedi. Merhamet göstermek istemediler. Ama sen, sen farklısın."
"Dalga geçme. Öldür beni."
Cadı alayla gülümseyip yere, avcının başucuna tek dizini yaslayıp eğildi. Baştan aşağı avcıyı inceledi. Yavaş ve dikkatliydi.
"Yazık olur. Bundan sonra peşime düşme avcı. İkinci bir şans vermem."
"Bunun olmayacağını ikimiz de biliyoruz seni ucube! Seni bulacağım ve kellen ellerimde evime geri döneceğim. Senin gibilerden yüzlerce öldürdüm, duydun mu?! Yüzlerce!"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Beyond The Truth
Historia CortaBirini korumak için kendi doğrularını ne kadar ezip geçebilirsin?