Herkese çok sevdiğimi söylediğim okulumu dönemin yarısında bırakıp başka şehire giderken sordum kendime. Sahi ben ne yapıyordum?
***
En iyi olamadım hiç. Ne sporda ne sanatda ne güzellikde ne de akademik başarıda. Hep iyilerdeydim ama hiç iyi olamamıştım ama huyum kurusun kaldıramıyordum işte bu dereceyi. Hep en iyisi olmak istedim. Hep ama. Yeteneğim olsun olmasın...
İzmir'de doğdum, İzmir'de büyüdüm, umarım İzmir'de ölürüm. Bu benim inanamama rağmen aşık olduğum şehir var ya bana hep vurdu.
Ben başarılı olmak istedikçe o giderek düşürdü başarımı...
Ben spora yönelip iyi bir sporcu olmak istedikçe o giderek kilo aldırdı...
Ben sanata yatkın bir kişilik istedikçe rezil etti sesimi..
Ben güzel bir genç kız hayal ettikçe o önce dişlerimi yamulttu sonra da bir gözlük serpti üstüne...
Bakmayın böyle dertlendiğime canım şehrim bir şey yapmadı. Kendim ettim kendim buldum derler ya. Benimki de o hesap. Ama biraz fazla buldum gibi sanki...
En iyisi ben kendimi anlatayım, en başından...
İsmime Genç Kız diyelim. Hani genç bir kızım ya... Yaratıcılık konuşuyor burda... Neyse... İzmir'e aşık bir İzmir'liyim. Fakat bakmayın İzmir'li olduğuma. İzmir kızlarına güzelliklerini veren gen bende yok ne yazık ki. Eğitimime annemin hastanesinin kreşinde başlayıp, özel bir anaokulunda devam ettim. Ordan da bizim oranın en iyi devlet okuluna başladım. Güzel okuldu vesselam. Fakat öğrencide iş olmayınca okulun güzelliği pek bi işe yaramıyormuş. Yaşadım, gördüm... Birinci sınıfım anne ve babamın boşanmaları konusuyla sallandı. Hiç sormayın berbattı. Şu an ayrı değiller. Her ne kadar arada tartışsalar da birbirlerine aşık olduklarını iddia eden bir çok çiftten daha bağlı ve uyumlu bir çiftler benim gözümde. Gelelim nasıl boşanmadıklarına, babam bana çok düşkündür. Babamın prensesiyim gerçek anlamda. Babamla annemin ayrı yaşadıkları 1. sınıf dönemimde annemin nöbeti dolayısıyla karşı caddemizde oturan anneannemlerde kalmıştım, o gün de annemin arkadaşına gideceğiz. Dalaman'a. Neyse, sabah dedem emekli olduktan sonra açtığı pazardaki dükkanına gitti. Anneannem sözde benimle annem gelene kadar yani 9'a kadar falan kalacakı amma velakin iş her şeyden üstün geldi ve beni -7 yaşındaki bebeyi- evde bıraktı, gitti. Ben de salağın tekiydim o zamanlar, şimdiki gibi. Bir elektrikli soba vardı. Üşüdüğümden olsa gerek açtım sobayı. Benim de manyak bir huyum vardı o zamanlar, peçeteyi tutuşturur, sobaya atardım. Dedim ya salaktım. Ben yine aynısını yaptım da hesap edemediğim bir şey oldu ki peçete ciddi alev aldı. Elime ulaştı. Ben tabi koşa koşa balkona gidip attım bu peçeteyi yere, söndü tabi. Sonra yanan elimi suya tuttum. Bir yoğurt kabına su doldurdum, elimi de daldırdım içine. Nasıl acıyor ama, anlatamam. Yaşayan bilir... Sonra ben ağlarken annem aşağıdan zile bastı. Ben de ağlaya ağlaya "Kim o?" dedim falan. Annem tabi ağladığımı duyunca delirdi. Anneannemler de 7. katta oturuyorlar. Beklemek bir ölümdü yani. Elimi gördü falan anneannemlerin karşı komşusunda çok tatlı insanlar vardı. Onların kapısını çaldı hemen, ilaç istedi. Öyle böyle biz hazırlandık Dalaman için. Annemler boşanacakları içi "moral" gezmesine çıkmaya... Oraya geçirdiğim günler boyunca babamla defalarca kez telefonda konuştuk ama salaktım dedim ya, söylemedim ben elimin yandığını. Babam terminalde bir gördü elimi... Bir kıyamet kopardı ki... Anlatılmaz, yaşanır... Anneme carladı "Sen kimlere emanet ediyorsun bu çocuğu?!" diye. Öyle böyle bunlar barıştılar. Ben hala inanıyorum ki benim sayemde barıştılar. Böyle böyle birinci sınıfı atlattım. Bizim maddi durumumuz o zamanlar epey iyiydi. Rahat bir çocukluğum olabilirdi fakat babam kendi doğruları olan bir insan ve benim rahata alışmamı istemedi. Etütlerde geçti ömrüm diyebilirim. 2. sınıftayken çok sevdiğim etütümden ayırdılar beni. Annem dedemle beraber bir ev alabilmek için kredi çekmiş ve bizim maddi olarak düşüşümüzün öyküsü böyle başladı. Böyle yazınca kötü durumdayız gibi oldu ama şükür ki değiliz. Babamın birikimi çok fazlaydı. Büromuz ve arabamız falan da vardı. Ama o borcu hala ödüyor annemler düşünün yani. Babamın işleri bir sebep yüzünden bozuldu ve önce üniversiteden arkadaşıyla bir restorant ardından da bir market açtı. Market dönemini hem sevmeyip hem de çok sevdim. Çünkü çocukluğumun en başarılı ve en eğlenceli dönemleriydi. Her şeye rağmen çocukluğum çok güzel geçti.
12 yaşına kadar cidden çok başarılıydım. Sonra birden bire değişen karakterim beni bile korkuttu. Babam dükkanı kapattı ve yeniden evde kalmaya başladı. Ben nedensiz yere dersleri çok takip etmeyip ortaokulun büyüsüne kapıldım. Şimdi bakıyorum da ne aptallık... Dersaneye de gitmemenin de verdiği psikolojik eziklikle bu eksiğimi kapatmaya çalıştım ve voleybola, Bayraklı Çocuk Korosu'na daha bir hevesle devam ettim. Ezikliğimin bir diğer sebebiyse okulum biraz dış görünüşe dikkat edenlerin ve havalıların popüler olduğu bir yerdi. Yeni ergen olmuş bir kızın fiziksel özellklerini de bilirsiniz. Daha bıyıklarını ve kaşlarını almaktan habersizdir. En azından ben öyleydim. Uzun boylu ve zayıftım. Spora yatkın bir bünyem vardı ama voleybola hiç gitmeyen arkadaşım voleybolda benden çok daha fazla başarılıydı. Saçlarım şekilsiz dalgalıydı ve herhangi bir saç şekillendiricim yoktu. Tüylerimin de açık renkli olmamasının etkisiyle ben kendimi bir ezikli hissetmeye başladım. Nedeni ise sınıfta -hiç abartmıyorum- iki lafı bir araya getiremeyen bir aptalın bana "Tek kaş, gıllı, bıyıklı." demesiydi. Aynen böyle diyordu. O kadar da değildim halbuki... 6. sınıfta babamın jileti ve evde bulduğum cımbız yardımıyla halletiğim tüyler yeniden çıktıkça ben gömüldüm. 2 tane çok yakın arkadaşım vardı. bir tane şişman, dalga geçilen ve güzeldi. Diğeriyse benim o zamanlar acayip kıskandığım hem başarılı hem sarı tüylü hem de hırslı biriydi. Hem de o voleybola gitmeyip benden iyi olan kişiydi kendisi. Sahte hesaplarımda gizliydi olmak istediğim kişi. Hep gülümsemelerimin arasına sakladım göz yaşlarımı...
13 yaşıma geldiğimdeyse hayatımın en berbat senesine girmiştim. Hala inanamadığım bir Teşekkür aldım. Hala hatırladıkça ağlayasım gelir o belgeyi. Bir de bunlar yetmezmiş gibi sıra arkadaşım Sapık isimli arkadaştan hoşlanıyordum. Onunla çok iyi anlaşırdık ama benimki kelimelere dökülemeyecek kadar masum bir hoşlanmaydı. Söyleyemezdim yani. Hem ben sınıfın memesiz ineğiydim. Ne işim olurdu Sapık'la... Ciddiyim boyum uzun olmasına rağmen hekesten daha geç regl oldum ve 14 yaşına kadar doğru düzgün göğüslerim de çıkmamıştı. Bu hoşlanma gelip geçici olduğu için durmadım üstünde. Ama 1. dönem bitince getirdiğim Teşekkür'den sonra üstünde durulacak bazı şeylerin olduğuna karar verdim. Babamla annem sesini çıkarmadılar. Hep destek oldular. Onlara minnetarım.
Bu olayların ışığında Manisa'da yaşayan babaannemlerin yanına 1 dönemliğine gitmek istedim. Sadece derslerimi düzeltip geri dönecektim.
Ama nereden bilebilirdim ki karakterime nasıl darbeler vurulacağını. Popüler ve başarılı olmanın nasıl bir sorumluluk olduğunu. Kendi şehrimde bile karakterim bu denli değişebilirken Manisa'da neler olabileceğini düşünemedim sanırım.
Belki de beni kamçılayan bu olmuştur.
Not: Bu yazılanlar tamamiyle yaşadığım olaylardır.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bir Genç Kızın Itirafları
No FicciónZirveden düştüğüm çukurdan nasıl tekrar zirveye çıktığımı ve çıkarken neler yaşadığımı tüm içtenliğimle yazdım...