2000
Arabanın taşlı yollara girdiğini fark eden Başak gerilmeye başladı. Yaklaşık 5 ay önce Urfa'nın Ağasının oğluna eş olmak aklına bile gelmiyor, tek düze hayatında mutlu mesut yaşıyordu. Rüzgarlı bir sonbahar sabahı minik öğrencilerinin yanına gitmek için yola çıktığında geçirdiği ufak bir kaza sonucu tanışmışlardı Mehmetle. Aşık olmuş, doğup büyüdüğü Çanakkale'yi bırakarak buralara gelmişti. Buradaydı şimdi, Urfa yolunda. Yanındaki adama döndü ve hafif bir tebessümle "Seni seviyorum." dedi biraz olsun rahatlayabilmek umuduyla. "Ben de seni seviyorum meleğim. Her şey çok güzel olacak, inan bana." Gülümsemesini biraz daha artırdı genç kadın. "İnanıyorum, inanıyorum Mehmet."
Mutlu zamanları çok uzun sürmedi. Bir yıl sonra çocuğu olmayan Başak'ın çok fazla üstüne düşülüyor, olan her kötü olaydan o sorumlu tutuluyordu. Sonunda konuşmalara dayanamayan Başak, Mehmet'i aldı karşısına.
"Mehmet, tüp bebek şansımızı deneyelim."
"Başak, çok erken daha bir yıldır evliyiz. Elbet olur çocuğumuz."
"Mehmet, olmuyor. Bütün gün evde yoksun. İş gezilerini de sayarsak bir ayda sadece dört beş gün anca Urfa'da kalıyorsun. Söylenenlere katlanamıyorum, yengen ve annenin yaptıkları da cabası."
"Anama laf söyleme Başak! O bizim için yapıyor ne yapıyorsa. Tamam, gönlün olacaksa başvuralım ama bunu kimse bilmeyecek. Ben kimseye Hasan Ağa'nın oğlu tüp bebek yaptırıyor dedirtmem."
Kalbi kırılmıştı Başak'ın. Gözlerine akmayı bekleyen iki damla yaş peyda olmuştu. Sessizce kabullendi gerçeği.
Uygulanan tedaviler, yapılan tetkikler ve daha nicesi sonunda genç kadının altı ay bir süreden sonra hamile olduğu anlaşıldı. Konakta el üstünde tutuluyor, bir dediği iki edilmiyordu. Mehmet her zaman olduğundan daha fazla üstüne titriyor, iş gezilerine gitmiyor, çoğu zaman gündüzleri de evde kalıyordu. Herkes çok mutluydu, Başak hariç. Genç kadının bir yanı çok mutlu iken diğer yanı çok korkuyordu. Buralarda erkek evladın değeri farklıydı, erkek adamın erkek oğlu olurdu... Bu düşünceler beynini kemiriyor, geceleri uykusuz kalmasına sebep oluyordu. Her sabah erkenden uyanıyor güneşin ilk ışıklarını görene kadar oğlu olsun diye dua ediyordu.
Olmadı, dualar kabul olmadı. Doğum yaptığı gün, Mehmet kızı olduğunu öğrendiğinde hastaneden çekip gitmişti. Başak yanında kimse olmadan almıştı kızını kucağına, koskoca konaktan tek bir kişi yoktu yanında. Küçücük kızına baktı karnını doyururken, dışarıdaki soğuk esen rüzgara ve yaprakları dökülmüş ağaçlara... "Hazan" diye düşündü, Hazan olsun yavrum senin adın. Kucağındaki bebeği koklayıp yerine koyduktan sonra sessizce ağlayarak uyuyakaldı.
Ertesi sabah uyandığında başında Mehmet vardı. Bir an ümit doldu içi, çok erken davrandığını anlaması uzun sürmedi. Başını sağ tarafa çevirdiğinde bebeğin yerinde olmadığını gördü ve telaşlandı.
"Mehmet, bebeğim.."
"Bebeğin yok artık." Dedi adam ruhsuz sesiyle. Gözleri dolmuştu genç kadının, yavaşça süzülmeye başladı gözlerinden kalbinin sızısı.
"Ne demek yok Mehmet, bebeğimi getir bana."
"Cinsiyeti kızdı."
"Ne önemi var Mehmet, bizim canımız bizim kanımız o. Ne önemi var cinsiyetinin."
"Buralarda erkek evlat gerekir Başak. Unut o bebeği."
Günlerce, haftalarca ağladı Başak. Ne bebeği getiren oldu, ne nasılsın diye soran.. Ağlamadığı tek bir an bile olmuyordu.
Bir sabah üzerine bir hırka aldı ve ona seslenen kimseyi umursamadan hızlı adımlarla çıktı evden. Sokağı dönerken Mehmet'e çarpmasını bile umursamadı hatta. Dümdüz, sadece ilerledi.
"Başak nereye, Başak dinle beni bir dur."
"Karışma bana, ben bulurum bebeğimi. Beni rahat bırak, ben bulurum. Ben bulurum, ben bulurum.."
"Başak dur bir konuşalım anla beni de Başak."
Başak onu dinlemeden kolunu çekip koşmaya başladı. Ne duyuyor ne görüyordu, sadece söylüyordu içinden 'ben bulurum'...
Saatler sonra eve gelen polis memurlarıyla anlamışlardı Başak'ın bir uçurumdan atlayarak intihar ettiğini ama her şey için artık çok geçti..
2018
"Annemin elinden almışlar beni, öyle söyledi babam. Beni başka bir aileye vermişler ama annem ölünce babam gidip geri almış beni. Şimdi böyle rahat rahat söylüyorum ama çok zor oldu kabullenmem duyduklarımı.. Birbirlerini çok sevmiş aslında annem ve babam ama Urfa farklı bir yermiş, anlayamazsın dedi babam. Orada insanlara da törelere de karşı gelmek çok zormuş. Annemin cenazesinden hemen sonra beni de alıp buraya, Çanakkale'ye taşınmış tek başına. Ben ona kimse olmuşum o bana. İşte öğrendin her şeyi bu kadar içimde yaşamamın sebebini, sen de biraz kendinden bahsetsene."
"Çok zor bir yaşamın olmuş Hazan, üzüldüm. Annem, babam ve ben. Üç kişilik küçük çekirdek bir aileyiz. Aslına bakarsan çok mutluyduk üç ay öncesine kadar ama şimdi buradayız işte. Hazan, babandan hiç nefret ettin mi?"
"İlk söylediği zamanlar çok büyük bir yıkım oldu benim için, küçüktüm tabi normaldi ama o benim her şeyim. Tek varlığım, dünyadaki tek hazinem."
"Yaşından çok büyük konuşuyorsun."
"17 yaşındayım ama 71 gibiyim biliyor musun? Biraz da bu hastalık beni yoruyor sanırım. Bütün dünyanın yükü benim omuzlarımda gibi hissediyorum çoğu zaman."
"Odanın her tarafı krizantem dolu, sanki hastane odası değil de çiçek bahçesi."
"Annemin en sevdiği çiçek krizantemmiş. Çok güzel ama acı kokan bir çiçek krizantem, annem de en çok mor olanını severmiş. Mor krizantem burukluk demek ve annemin cesedini buldukları zaman cebinde mor krizantem varmış biliyor musun? Ölüme bile bu çiçekle gitmiş."
Hüzünle gülümsedi Hazan..Annesinin ve babasının hikayeleri buruktu. Tıpkı mor krizantem gibi..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Mor Krizantem (Tamamlandı)
Short StoryTemmuz-2018'de yazdığım tek bölümlük hikayelerimden bir tanesi ve aynı zamanda sonuncusu. Umarım seversiniz. Keyifli Okumalar. Kapak: @smcelep