Eğer bu hikayeyi wattpad dışındaki bir mecradan okuyorsanız, çalıntı veya sahte (virüs riski bulunan) bir sitede bulunuyor olabilirsiniz. Lütfen o siteyi kapatıp hikayeyi wattpad'deki @Armylieber profilinden okuyun. Cihazınıza güvenlik taraması yapmayı da unutmayın.
?? / ? / ????
|Kang Jae Rin|
Yağmur yağıyordu.
İçimi garip bir sıkıntı kaplamıştı. Balkon camının ardından bardaktan boşalırcasına yağan yağmuru izlerken elimdeki sıcak çikolatayı kenarda duran yuvarlak sehpaya bıraktım.
Kapıya dört defa üst üste sertçe vurulması ile olduğum yerde irkildim.
Kaşlarımı çatarak oturduğum rahat sandalyeden kalktım ve ara holden geçip dış kapıya doğru ilerledim. Kapı deliğinden baktığımda siyah kapüşonlu birini gördüm. Sırılsıklam olmuştu, sırtında gri bir çanta vardı. Başı öne doğru eğikti.
"Kimsiniz?"
"Benim." dedi tanıdık ses. Başını kaldırdığında yüzünü görebildim. Siyah saçları alnına yapışmıştı. Saçlarından süzülen yağmur damlaları yüzüne doğru akıyordu. Gözlerinde kasvetli bir bakış vardı.
"Sen de kimsin?"
Kaşlarını çatarak kapı deliğine doğru baktı. "Rin, benim. Nasıl olur da beni tanımazsın?"
"Dalga mı geçiyorsun?"
Pekala, aniden ortaya çıkan bu çocuk kimin nesiydi bilmiyorum fakat tuhaf bir şekilde tanıdık geliyordu. Üstelik sadece samimi olduğum insanlar bana 'Rin' diye hitap ederdi.
Oldukça tuhaf bir histi. Hem tanıdık hem de yabancı...
"Tanışıyor muyuz?"
Polis sirenleri mahallede yankılandığı sırada kapüşonlu gencin gergince etrafa bakındığını gördüm.
"Kaçtığımı göremiyor musun?" dedi tekrar deliğe doğru bakarak. "Saklanacak bir yere ihtiyacım var."
"Ne?! Polisten mi kaçıyorsun?!"
"Sana bir şey sormam lazım."
Çıldırmış mıydı bu herif?!
"Sen aklını mı kaçırdın?! Polisten kaçan birini neden evime alayım?!"
"Lütfen." dedi yalvarırcasına. "İçeri girmeme izin verir misin?"
"Git buradan. Delirmişsin sen."
Kapının önünden çekildim ve salona dönmek üzere arkamı döndüm.
"Rin!" diye seslendi. "Sadece açıklamama izin ver. Söz veriyorum yalan söylemeyeceğim."
Yağmurun gürültüsüne karışan ses tonu o kadar aciz çıkıyordu ki neredeyse ona acımıştım.
Tanımadığım ve polisler tarafından aranan birine yardım etmek mi?
Derin bir nefes verdim. Bu mantıklı değildi, hem de hiç mantıklı değildi. Fakat içimden bir ses ısrarla ona yardım etmem gerektiğini söylüyordu.
En az onun kadar kafayı yemiş olmalıyım ki dönüp kapıyı araladım. Gözlerimi kırpıştırarak karşımdaki bedene baktım. Uzun boyluydu ama bakışları minnacık bir çocuğunkilere ait gibiydi.
"Kimsin sen? Adın ne?" dedim yine.
"Benim işte." dedi bir kez daha. Ardından hızlıca yanımdan geçerek içeriye girdi.
"Hey! N'oluyoruz ya?!"
Sırtındaki çantayı portmantoya koydu ve ıslak kapüşonlusunu askılığa astı. Üzerindeki beyaz tişört ıslaklıktan üstüne yapışmış ve tenini açığa çıkarmıştı. Alnına yapışmış saçlarını geriye yatırdı ve bana baktı.
"Sen delirmişsin! Şu an polisi arayıp seni onların eline vermemem bana için tek bir sebep söyle." dedim kapıyı kapatırken.
"Çünkü beni seviyorsun."
"Ha? Pardon da sen kimsin? Bana adını bile söylemedi-"
"Ağabeyinin kıyafetlerinden alacağım."
Sağ tarafa yönelip merdivenlerden çıkmaya başladığında ağzım hayretle açık kalmıştı.
Ağabeyim olduğunu ve odasının nerede olduğunu nasıl bilebiliyordu?!
Gerginlikten başım ağrımaya başlamıştı. Ellerimi şakaklarıma koyup ovuşturdum. "Sakin ol Rin. Sakin ol."
Bir süre sinirlerim bozuk bir halde salon ve koridor arasında öylece dolanıp durdum.
Banyodan gelen saç kurutma sesini duyduğumda gözlerim pörtledi. Bir de evimde duş mu almıştı?!
Merdivenlerden aşağıya indiğinde üzerinde ağabeyimin lacivert kazağı ile siyah eşofmanı vardı. Kurumuş saçlarını iki yana ayırmıştı.
Bir süre garip bir şekilde birbirimize baktıktan sonra sessizliği bozan ben oldum.
"Tanrı aşkına kimsin ve nasıl burası babanın eviymiş gibi bu kadar rahatsın?! Üstelik niçin polisten kaçıyorsun?!"
Gözlerini yere çevirdi. Sanki bir şeyden dolayı pişmanlık duyuyor gibiydi. Salona doğru ilerleyip geniş koltuklardan birine oturdu. Kaşlarımı çatarak onu takip ettim ve karşısındaki koltuğun koluna yaslanarak kollarımı göğsümde birleştirdim. "Dinliyorum?"
Kasvetli gözlerini zemine dikmeye devam ederken öne doğru eğilip dirseklerini dizlerine dayadı ve ellerine baktı.
"Bunu yaptığım için üzgünüm."
"Ne?" anlamsızca, onun ifadesiz suratına bakıyordum.
"Ellerimde kan var."
Ellerine baktım. "Ne demek istiyorsun?"
"Göremiyorsun değil mi?" dedi avcunu bana doğru göstererek. "Kanı göremiyorsun. Ama ben görüyorum."
"Dur, yoksa sen-"
"Hepsini senin için yaptım. Bu yüzden hiçbir şey hissetmedim."
Gözlerimi kırpıştırdım. "Sen n'aptın?"
"Eğer senin için birini öldürseydim beni daha çok sever miydin?"
Panikle ayağa kalktım. "Ne?!"
"Senin için birini öldürmekle kullandığım ellerimi tutar mıydın?" dedi o da ayağa kalkarken. Üzerime doğru yürümeye başladığında kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu.
"S-Sen ne saçmalıyorsun?!"
"Hapishane kaçağı olduğumu söyledikleri zaman beni ihbar eder miydin?"
"Kes şunu! Çıldırmışsın sen!"
"Yüzümü haberlerde gördüğünde beni saklar mıydın?"
Sırtımın duvara değdiğini hissettiğimde tüm bedenim titriyordu. İfadesiz bakışları gözlerimi deşecek gibiydi.
"N-Neden böyle şeyler söylüyorsun?!" dedim gözlerimin dolmasına engel olamazken.
"Çünkü senin için birini öldürdüm."
***
Ansızın gelen ilhamla yazılan bu 6 bölümlük hikayeye hoş geldiniz. Beğenmeniz dileğiyle~
ŞİMDİ OKUDUĞUN
• If I Killed Someone For You Π Jeon Jungkook •
Short Story"Eğer senin için birini öldürseydim beni daha çok sever miydin?" Alec Benjamin'in şarkısından esinlenilmiştir. ~ ~✘~ 6 bölümlük kısa hikâyedir. Tür: gençlik, zorbalık, romantizm, okul, yaşamdan kesitler, şarkı, dram