Doyoung'a aşık olduğum an, onu ilk gördüğüm an ya da bana bakarak gülümsediği zaman değildi. Ben yalnızca, Doyoung'u tanıyarak sevmiştim. Gözlerimin içine baka baka o güzel dişleriyle güldüğünde değil de, neye güldüğünü anlayabildiğim vakit kalbim hızlanmaya başlamıştı. Beni büyüleyen şey, dışarıdan görünen değil de hep onu tanımak, onu öğrenmek olmuştu.
Adını dahi bilmezken onu gördüğümde, içimde oluşan şey sadece merak duygusuydu. Garipti. Neden onu merak ediyordum bunu bile bilmezken, durmadan bir karakter çiziyordum onun narin yüzüne. Başta, tahminler üzerine kurulu bir ilişkim vardı Doyoung'la. Gerçi bu gerçek bir ilişki olarak kabul edilemeyebilirdi, sonuçta o tüm bunlardan habersizdi.
Kafamda yarattığım kalıba Doyoung'u yerleştiriyor ve sanki bir oyunda herhangi bir karakter yaratıyormuş gibi onun hakkında çeşitli şeylere karar veriyordum. Kimi seçeneği olmaz diyerek eliyor, kimisini de sanki Doyoung tamamiyle o kalıba aitmiş gibi onaylıyordum. O elimdeki küçük bir oyuncak bebekti ve ben sevmediğim kıyafetleri atıyor, beğendiklerimi ise tek tek üzerinde deniyordum.
Başlarda bunu yaptığım için kendimi fazlasıyla suçlu hissediyordum. Her şeyden önce bunu kendime yakıştıramıyordum. Onu taciz edip etmediğimi sorguluyor, bir sapık gibi görünmekten ölesiye korkuyordum. Ama yine de kendime bir türlü engel olamıyordum. Onu herhangi bir yerde görmek bile tüm suçluluk duygumun yok olup kendimi normal bir şey yapıyor oluşuma ikna etmeye yetiyordu.
Aklımda yer eden Doyoung'un en sevdiği film Titanic'ti, ya da defalarca okuduğu kitap Romeo ve Juliet'ti. En sevdiği renk kesinlikle bebek mavisiydi. Yalnız olmaktansa, arkadaşlarıyla vakit geçirmeyi tercih ederdi. Evde bir başına kaldığında deli gibi dans edip yoruluncaya kadar durmazdı. İnsanları en çok o güldürürdü. Ağlamaktan çekinmez, duygularını açıkça yaşardı. Onunla tanışana dek tüm bunların doğru olduğuna inandırmıştım kendimi. Yine de her şey bir yana, aklımda kendimce yarattığım bu Doyoung'dan hoşlanmaya başlamıştım.
Bir arkadaşı ona seslendiği vakit öğrenmiştim adını. Doyoung... Komik geliyordu tüm bu durum. Adını bile o kadar uzun bir zaman sonra öğrenmiştim ki, hayret etmiştim kendime. Nasıl olabiliyordu da, ismini dâhi bilmediğim bu çocuk hakkında sayfalarca şey düşünebilmiştim. Düşünmüştüm düşünmesine ama hiçbir şey, ne gördüğüm gibiydi ne de hayal ettiğim gibi. Tersine Doyoung, benim aklımın alamayacağı kadar farklıymış zihnimdekinden. Gerilimi romantizme tercih eder, o güzel renklerdense siyahı severmiş. Bunlar yalnızca kendi söyledikleriydi. Bir de onunla tanıştığımda yeni yeni görmeye başladığım şeyler vardı.
Onu öğrenmeye başlayalı bunca zaman oldu ve onca üzücü şey yaşandı, ama gariptir ki yıllar boyu Doyoung'u bir kez bile ağlarken ya da ne kadar mutlu olursa olsun dans etmek bir yana sağa sola hareket ettiğini görmemiştim. Doyoung insanları güldürmekten çok, gülmeyi seçerdi. Her şeye o kadar yüksek sesle gülerdi ki insanın onun gülüşüne eşlik edesi gelirdi.
Kim Doyoung, benim zihnimde yarattığım karakterden çok farklıydı. Ben bir hayalden hoşlanmaya başladığımı düşünürken, bu zıtlık ona aşık olmama sebep olmuştu.
"Hyung, birini mi bekliyorsun?" Duyduğum yumuşak sesle, elimdeki kahvelere diktiğim gözlerimi başımda dikilen çocuğa bakabilmek için kaldırdım.
"Doyoung?" Kış ayının getirmiş olduğu sert soğuk, burnunun ve yanaklarının kızarmasına sebep olmuş, onu olduğundan daha güzel hâle getirmişti. Az önceki sorusuna cevap bekleyen gözleri benimkileri delip geçiyor, elleri üşüdüğü için kısık nefesleriyle ısıtmaya çalışıyordu. Sonunda bakışlarımı elimdeki kahvelere geri indirdiğimde burada ne aradığımı ancak hatırlayabilmiştim. Yaklaşık bir saat önce -Doyoung o saatlerde gelir kampüse- bu kahveleri alıp onu beklemek için banklardan birine oturmuştum. Fakat nedenini anlayamadığım bir şekilde bugün Doyoung normal saatinden geç gelmiş ve bu soğukta olan bana olmuştu.
"Seni bekliyordum ama geciktin." Sözlerimin ardından şaşkınlıkla açılan gözleri genişçe gülümsememe sebep olmuştu.
"Hyung bilseydim daha erken gelmeye çalışırdım. Gerçekten çok üzgünüm ama emin ol bunu telafi edeceğim. Çıkışta bir şeyler içmeye gitmek ister misin?"
Teklifi karşısında cevabı tek bir saniye bile düşünmeme gerek yoktu ama yine de hevesli görünüp, durumu garipleştirmek istemedim. Doyoung'la herhangi bir şey yaptığımda, yapılan şeyin ya da geçen zamanın bir anlamı kalmıyordu. İmkanım olsa kendimi ona yapıştırmak isterdim.
Doyoung, sürekli sevimli hareketler yaparak ilgi çeken bir tip değildi. Hatta bazen olduğundan ciddi bile görünürdü. Ama nedense onu yürürken izlemek bile sanki bir bebeğin ilk adımlarını izliyormuş gibi hissettiriyordu bana.
"Bir bakalım, sanırım bir planım yok. Dersin bittiğinde mesaj at, yanına gelirim. Her zamanki cafeye gidelim."
"Tabii ki, hyung! Sana en sevdiğin pastadan ısmarlayacağım." Doyoung'un sesi o kadar yumuşak ve naifti ki, size ağır hakaretler etse dâhi güzel şeyler söylüyormuş gibi gelirdi. Cana yakın konuşması da bunun cabasıydı.
Ne ara işler bu raddeye gelmişti bilmiyordum. Uzaktan, uzun uzun onu incelediğim günlerin üzerinden yıllar geçmiş ve biz şimdi iki arkadaş olmuştuk. Aslında tüm bunların başında Doyoung'la tanıştığımda ona, onu bir arkadaş olarak görmediğimi ve asla göremeyeceğimi açıkça belirtmiştim. Ama o yine de benimle konuşmak istemişti. Hiçbir zaman onunla bir ilişki içerisinde olup olamayacağımız konusunda umutlanmamıştım. Bu tarz şeyler için fazlasıyla gerçekçi bir adamdım. Her ne kadar olmaz diyebilsem de, onun çevresinde olmak bana tarifi imkânsız bir huzur veriyordu. Eğer tek çözüm onunla iki yakın arkadaş gibi olmaksa bunu elimin tersiyle itmek büyük bir hata olurdu.
Sonunda derse gitmesi gerektiğine dair bir şeyler söyleyip yanımdan uzaklaştığında, gözden kaybolana dek küçük sırtını izledim. Doyoung nasıl bu kadar güzel olabiliyordu? En çok merak ettiğim şey de buydu sanırım. Ne zaman yanında olsam onu sarıp sarmalamak ve onu korumak istiyordum. Hemen yanımda otururken benimkinin aksine minik cüssesi, içimi çiçek tarlasıyla dolduruyor nefesimin kesilmesine sebep oluyordu. Onu güzelce saklamak ve ona gelecek olan en ufak zararı bile engellemek istiyordum.
Onu bir annenin çocuğunu koruduğu gibi korumak, bir babanın yaptığı gibi yol göstermek ve bir sevgilinin sevdiği gibi sevmek istiyordum. Ben onun ailesi olmaktan başka bir şey istemiyordum.
"Çoktan gitti, hâlâ nereye bakıyorsun?" Jaehyun söylenerek banktaki yerini aldı ve benim baktığım yöne bakmayı sürdürdü.
"Sadece düşünüyordum." Sıkıntı dolu bir nefes vererek başını iki yana salladı.
"Ne hakkında düşünüyorsun?" Jaehyun, her zaman beni anlamaya çalışmış ne olursa olsun yanımda olabilmek adına çabalamış gerçek bir arkadaştı benim için.
"Doyoung." Sinirle güldüğünü işitmek zor olmamıştı. Açıkçası Jaehyun, Doyoung'dan pek hoşlanmazdı. Gerçek nedeni neydi bilmiyordum, sorsam da söylemiyordu. Gerçekten ondan nefret ediyor değildi ama bir şeylerin onu rahatsız ettiği açıktı. Bana sorulacak olursa, Doyoung'un her şeyi bilip bana karşılık vermediğini düşünüyordu. Beni kullandığını zannediyordu. Beni anlamak için her şeyi yapıyordu ama Doyoung'u anlamak onun için çivili bir yatağa yatmaktan farksızdı.
"Biliyor musun, artık iyi olduğunu düşünmüyorum. Sürekli dalıp gidiyorsun, konuşmak bile artık zor geliyor sana. Neyin olduğu sorulduğunda sürekli "Sadece düşünüyorum." diyorsun ve konuyu kapatıyorsun. Youngho ben eski arkadaşımı istiyorum. Seni göremeyen belki de sadece görmek istemeyen aptal bir çocuğun peşinden gidiyorsun. Bunu artık yapma."
Bir şey demek istemedim bu sözlerine. Sakince oturduğum yerden kalktım ve elimdeki soğumuş kahveleri yanı başımızdaki çöp kutusuna atarak dersliklere doğru ilerlemeye başladım. Ardımda bırakmış olduğum arkadaşımı düşünmek istemedim. Biliyordum, dedikleri için pişman olacak kötü bir şeyler söylemediği hâlde benden defalarca özür dileyecekti.
Gerçekten de değişmiş miydim? Geçmişte nasıldım ve şimdi nasıl biri olmuştum? Önceden nasıl davrandığımı bilmiyordum, hatırlayamıyordum. Benim takvimimin başlangıcı Doyoung'tu. Öncesinden çok sonrası önemliydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
when i know you • johndo
FanfictionBiliyorsun Doyoung, sen bana her zaman hiç hissetmediğim şeyler hissettiriyorsun. Beni iyi birisi gibi hissettiriyorsun Doyoung. Beni, annesine sarılan bir çocuk gibi hissettiriyorsun. Yaşamaktan bıkan bir adamın son nefesi, bir kadının aşkı gibi hi...