Küçük Prens- 26. Bölüm

1.2K 17 0
                                    

Kuyunun yanında eski, taş bir duvar yıkıntısı vardı. Ertesi akşam oraya geri döndüğümde, uzaktan,
küçük prensimin bu duvarın üzerinde oturduğunu gördüm. Ayaklarını aşağı sarkıtmıştı. Şöyle
diyordu: “Unuttun mu? Burası değildi.”
Biriyle konuştuğu belliydi.
“Evet, evet. Tam bu gün. Ama burası doğru yer değil.”
Ona doğru yürümeyi sürdürdüm, ama halen konuştuğu kişiyi ne görebiliyor, ne de duyabiliyordum.
Küçük prens bir kez daha cevap verdi: “Evet, tabii. Ayak izlerimin nerede başladığını görürsün. Beni
orada bekle. Bu gece orada olacağım.”
Şimdi duvardan sadece yirmi metre uzaktaydım, ama hala hiçbir şey göremiyordum. Küçük prens
yine konuştu: “Zehirin iyi bir zehir midir? Bana çok uzun süre acı çektirmeyeceğinden emin misin?”
Durdum. Yüreğim sızlıyordu. Ama hala ne olduğunu anlamamıştım.
“Şimdi git” dedi, “aşağı ineceğim.”
Bunun üzerine bakışlarımı aşağı, duvarın dibine çevirdim ve orada gördüğüm şey havaya
sıçramama neden oldu. İnsanı birkaç saniye içinde öldürebilecek sarı bir yılan, başını küçük prense
doğru kaldırmış, öylece duruyordu orada. Silahımı almak için elimi cebime götürdüm ve koşmaya
başladım. Ama çıkardığım sesi duymuş olacak ki, başını indirip kumların üzerinde kaymaya başladı
yılan. Ve pek de acele etmeden, taşların arasında gözden kayboldu.
Küçük prensimi tutmak için tan zamanında yetiştim. Onu kollarıma aldığımda yüzünün bembeyaz olduğunu gördüm.
“Bu ne demek oluyor?” diye sordum. “Neden yılanlarla konuşuyorsun?” Boynundaki altın renkli
fuları çözdüm. Alnını hafifçe ıslattım ve içmesi için ona biraz su verdim. Artık soru sormaya cesaret
edemiyordum. Bana ciddi bir ifadeyle baktı ve kollarını boynuma doladı. Kalp atışlarını
duyabiliyordum. Sanki tüfekle vurulmuş bir kuşun gittikçe yavaşlayan kalp atışları gibiydi.
Bana: “Motorundaki arızayı bulmana sevindim. Artık evine gidebilirsin” dedi.
“Bunu nereden biliyorsun?”
Aslında bu haberi vermeye geliyordum. Çok umutsuz olmama rağmen, motoru tamir etmeyi
başarmıştım.
Sorumu yanıtlamadı. Sadece “Bugün evime dönüyorum” diye fısıldadı.
Sonra üzüntüyle ekledi: “Evim çok uzakta... Oraya gitmek çok zor olacak...”
Beklenmedik bir şey olacağını hissedebiliyordum. Onu bir çocuk gibi kollarımda sımsıkı tutuyordum.
Ama o sanki ellerimden bir uçuruma doğru kayıyordu ve ben bunu engelleyemiyordum...
Bakışları ciddiydi ve uzaklarda kaybolup gidiyordu.
“Bana verdiğin koyun yanımda. Kutusu da yanımda. Ve ağızlığı da...” dedi.
Buruk bir gülümseme yayıldı yüzüne. Uzun bir süre öylece bekledim. Vücut ısısının giderek arttığını
hissediyordum.
“Küçük dostum benim, sen korkmuşsun...”
Elbette korkmuştu! Ama yavaşça güldü.
“Bu gece çok daha fazla korkacağım” dedi.
Bir kez daha, içimde onarılmaz bir acı duydum. Bu gülüşü bir kez daha duyamayacağımı düşünmek
bile istemiyordum. Buna dayanamazdım. Gülüşü, çölün ortasında bir su kaynağı gibiydi benim için.
“Küçük prens, gülüşünü tekrar duymak istiyorum” dedim.
Ama o bana : “Bu gece, Dünyaya ineli tam bir yıl oluyor. Gezegenim, geçen yıl Dünyaya indiğim
yerin tam üstünde olacak bu gece.” dedi.
“Küçük prens, lütfen bunun sadece kötü bir rüya olduğunu söyle bana” dedim, “şu yılan hikayesinin
be gezegenine geri döneceğinin...”
Ama sorumu yanıtlamadı küçük prens. Onun yerine bana:
“En önemli şeyi gözler göremez” dedi.
“Evet, biliyorum...”
“Su için de aynı şey geçerli. Makaranın çıkardığı sesi hatırlıyor musun? İşte tam da bu makara ve ip
yüzünden, bana verdiğin bir yudum su müzik sesi gibi güzeldi. Çok tatlıydı...”
“Evet, biliyorum...”
“Geceleri yıldızları izlersin. Benim yaşadığım yarde her şey jo kadar küçük ki, sana gezegenimi
gösterebilmem imkansız. Ama böylesi daha iyi. Çünkü içlerinden birinde benim yaşadığımı
bileceksin. Hepsini seveceksin. Hepsi senin dostun olacak. Ve sana bir hediyem var...”
Bir kez daha güldü.
“Ah, küçük prens! Benim sevgili küçük prensim. Gülüşünü duymak çok güzel!”
“Aslında benim hediyemdi bu... tıpkı su için olduğu gibi.”
“Anlamıyorum...
“Yıldızlar, başka başka insanlara farklı şeyler ifade ederler. Bazıları için sadece gökyüzünde titreyen
ışıklardır. Yolcular içinse, bir rehberdirler. Bilim adamları için fikir kaynağıdırlar. Şu benim iş adamı
içinse zenginlik. Ama herkes için sessizdirler. Sen hariç...”
“Ne demek bu?”
“Geceleri gökyüzüne baktığında, yıldızlardan birinde benim yaşadığımı ve orada gülüyor olduğumu
bileceksin. Bu yüzden sana sanki bütün yıldızlar gülüyormuş gibi gelecek. Bütün dünyada yalnızca
senin gülen yıldızların olacak.“
Ve bunu söyledikten sonra yine güldü.
“Ve üzüntün geçtiğinde – çünkü zaman bütün acıları iyileştirir- beni tanıdığına memnun olacaksın.
Daima benim dostum olarak kalacaksın. Benimle birlikte gülmek isteyeceksin. Be zaman zaman,
sadece bunun için gidip pencereyi açacaksın... Gökyüzüne bakarken güldüğünü gören arkadaşların
buna çok şaşıracaklar. Sen de onlara: “Ah, evet, yıldızlar beni hap güldürürler” diyeceksin. Onlar da
senin deli olduğunu düşünecekler. Görüyorsun, sana ne kadar kötü bir oyun oynadım...”
Ve bir kez daha güldü.
“Aslında ben sana bir sürü yıldız değil de, kahkaha atabilen bir sürü zil vermiş gibi oldum.”
Yine güldü. Sonra ciddileşti. “Bu gece... biliyorsun... gelme...”
“Seni bırakmayacağım.”
“Dışarıdan acı çekiyormuşum gibi görünecek. Ölüyormuş gibi görüneceğim. Bunu görmeye gelme.
Hiçbir işe yaramaz bu...”
“Seni bırakmayacağım” dedim Endişelenmişti.
“Sana böyle söylememin nedeni, biraz da yılan yüzünden. Sana zarar vermemeli... Yılanlar hain
yaratıklardır. Zevk için insanı sokabilirler.”
“Seni bırakmayacağım” dedim.
Sonra birden rahatladı. “Yılanlar sadece bir kez zehirleyebilirler, öyle değil mi?” dedi.
O gece yola çıktığını görmedim. Sessizce ayrılmıştı. Arkasından koşup ona yetiştiğimde, hızlı ve
kararlı adımlarla yürüdüğünü gördüm. Bana:
“Ah! Buradasın...” dedi. Ama sesi hala telaşlıydı.
“Gelmemeliydin. Üzüleceksin. Öldüğümü sanacaksın, ama gerçekte ölmüş olmayacağım.”
Sustum.
“Anlaman gerekiyor. Orası çok uzak. Bedenimi oraya götüremem. Bunun için fazla ağır.”
Hiçbir şey demedim...
“Boşalmış bir deniz kabuğu gibi kalacağım...Bunda üzülecek bir şey yok...”
Cevap vermedim...
Bir parça cesareti kırılmıştı. Son bir gayretle: “Biliyorsun, çok güzel olacak. Yıldızlara ben de
bakacağım. Bütün yıldızlar paslanmış makaraları olan birer kuyu olacak benim için. Hepsi bana
içecek su verecekler” dedi.
Hiçbir şey demedim.
“Çok eğlenceli olacak. Senin beş yüz milyon tane küçücük zilin olacak; benimse beş yüz milyon su
kaynağım...”
Ve artık o da hiçbir şey söyleyemedi, çünkü gözleri yaşlarla doldu. “İşte burası. Bırak yalnız devam
edeyim.”
Oturdu, çünkü korkuyordu. Sonra:
“Biliyorsun... Bir çiçeğim var... Ona karşı sorumluyum. O öyle narin, öyle masum ki... Kendini
koruyabilmesi için sadece dört küçük dikeni var...”
Ben de oturdum. Daha fazla ayakta duramamıştım.
“İşte...” dedi, “Hepsi bu...” Biraz tereddütten sonra ayağa kalktı. Ben hareket edemedim.
Ayak bileğinin çevresinde sarı bir ışık vardı, başka hiçbir şey yoktu. Bir an hareketsiz durdu. Hiç
bağırmadı. Bir ağaç gibi, yavaşça düştü yere. Yer kum olduğu için, düşerken en ufak bir ses bile
çıkmamıştı.

KÜÇÜK PRENSHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin