~1~

6 2 1
                                    

Nefesim buz olup havaya karışırken, stresle karşı kaldırıma koştum. Havanın soğukluğu bir yana, ağabeyimin bu saatte dışarı çıktığımı öğrenmiş olmasından tedirgin oluyordum. Bu hissi bastırmaya çalışıp cılız, bir yanıp bir sönen sokak lambalarının altında kapüşonumu kapattım. Yokuş aşağı ilerliyor, bu saatte sokakta kimsenin olmamasına dua ediyordum. Arada bir arkamı kontrol ediyor, çevrede bulunan tek ses olan converslerimin taş zeminde çıkarttığı çıtırtıyı duyuyordum. Hiçbirşey umurumda değilmişçesine yürürken, bir anda beni yerimden sıçratan bir çığlık duydum. Gideceğim yönün tam tersi istikametinde, loş ve ücra bir çıkmaz sokaktı muhtemelen sesin geldiği yer. Birkaç saniye durumu tarttıktan sonra yoluma devam etmemin benim açımdan daha iyi olacağına karar verdim. Koşarak ilerlemeye devam ettim bu sefer. Köşeyi döneceğim sırada aynı çığlık, bu sefer kesik kesik yankılanmaya başladı. Bir adım daha atıp nefes nefese durduğumda sıkıntıyla iç çektim. İçimde filizlenen vicdan tohumu beni sesin geldiği yöne gitmeye itiyordu. Fakat normaldi bu çığlıklar bu mahallede. Her gün olurdu illegal olaylar. Yine de normal bir insanın yapması gerektiği gibi gerisin geri döndüm. Sesin geldiği sokağa doğru önceki hızımı daha da artırarak koşmaya başladım. Gayet sakindim, en ufak bir korku dahi yoktu. Ara ara gelen seslerin şiddeti ara sokağa yaklaştıkça artıyor, daha da hızla koşmama sebebiyet veriyordu. Ifadesizdim. Sanki olağan bir şey yaşıyormuşçasına. En nihayetinde sokağın başına ulaştığımda, karşıma gelen görüntü sinir kıvılcımlarımın çakmasına zemin hazırlamiştı bile. Eve yetişmem gerekirken, birde gecenin bu saatinde başıma bu olay çıkmıştı.

Sokağın sonunda, artık lambaların olmadığı bir yerde iki adet adam yerde oturan bir kadının üstüne yürüyor aynı zamanda da iğrenç kelimeler sarf ediyorlardı. Kadın ise aciz bir durumda, çığlık atmaktan başka bir şey yapamıyordu. Gözümün önüne geçmişimden tozlu, kalbimi acıtan sayfalar gelmişti ama yüzüme muhtemelen yansımış olan acıyı hemen sildim. Çabucak toparlanmıştım. Acı, zayıflık demekti.

Kapüşonumu açıp, saçlarımı topladım. Yüzüme yerleşen sadist gülümsemem, görünüşümü tamamlıyordu. Adamların yanına doğru hızlı hızlı yürümeye başladım. Bu sırada ellerimi rahatlıkla cebime atmıştım. Bağırışlar dinmiyordu.

O tarafa doğru ıslık çaldım, aptallar umarım duyarlardı. İçmiş gibilerdi. “Şiiişt!” Dudaklarımdan çıkan bu anlamsız kelime onların birkaç saniyeliğine dumura uğramış gibi çevreye bakınmalarını sağlamıştı işte. Ben ise tam sağ taraflarında durmuş, cebimden naneli bir sakız çıkarmış cak cak çiğnemeye koyulmuştum. Yerde oturan genç kadın bu kısıtlı süre zarfında ayaklanmış, onlardan uzak çimenlikli bir yere kaçmıştı. Ağladığı belli oluyordu, rimeli akmıştı. Adamlar sert sert bana doğru döndüklerinde, gülümsemem daha da genişledi. Sanki o an kadını umursamıyorlardı. Siyah sakalı göğüs hizasına kadar uzamış, tuhaf yara izli çirkin adam sarı sarı dişlerini göstererek gülmeye başladı. Midem bulanmıştı ama yüzümdeki gülümsemem solmamıştı. Artık çevredeki tek ses ağzımdaki naneli sakızın çıkarttığı sinir bozucu sesti. Ne yazık ki onlar bundan keyif alıyormuş gibi duruyorlardı. Çirkin olanı sakalını sıvazlayarak, burnu öne doğru hafifçe uzun olana döndü. “Oo Ercan görüyor musun? Bu saatlerde burada bir sürtük daha bulduk. Tekini sen alırsın tekini ben.” Uzun burunlu olan ona katıldı, “Şu karıdan eminim de, umarım bu da iyi iş çıkarıyordur Fazıl abi.” Ben orada bulunmuyormuşçasına ettikleri sözler, artık farkımı ortaya koymanın zamanı geldiğini gösteriyordu. Gülümsemem iyice genişledi. Yüzüm adeta mutluluk saçıyordu. İçimde ise sinir fırtınaları kopuyordu. “Yerinde olsam kelimelerime dikkat ederdim çirkin şey." Bir kızın onlara bu cümleyi kurması, sanırım egolarını bozmuştu. Çünkü şaşkınca birbirlerine bakıp durdular. Arkadaki kadın korkulu gözlerle bize bakmaya devam ediyordu. “Ee?” Uzun burunlu adamın yüzü gerilmişti. Anlaşılan sınırlandırmayı başarabilmiştim. Aramızdaki mesafeyi azaltarak üzerime doğru yürümeye başladı. Aramızda fazla mesafe yoktu zaten. Kelimelerin üzerine basa basa tısladı, “Ne olur lan kelimelerimize dikkat etmezsek çıtır kız?” Tam önüme geldiğinde, kolumu sıkıca tuttu. Anlaşılan kendilerini çok büyük insanlar sanıyorlardı. Egolu zavallılar. İlk önce kolumu tutan adamın eline, sonra da buz gibi bakışlarla yüzüne baktım. Gözleri parıldıyor, canımı acıttığını sanıyordu. Ben ise sokağın ortasında yaşadığım bu gülünç durumu hızla sona erdirip eve dönmek istiyordum. Sakince gözlerimi kapattım. Anı yaşamak deyimi bu olsa gerekti. “Ne olacağını söyleyeyim hemen sana. Vücudunda hasar görmeyen tek yer beyin kasın olur. O da zaten olmadığından dolayı, bir beynin yok.” Bu sözlerin onu deli ettiğini ve suratının şekilden şekile girdiğini gördükçe keyifleniyordum. Mosmor bir pancara dönmüştü, bu karanlıkta bile belli oluyordu. “Seni şimdi!” Sol eli havaya kalkıp yanağıma doğru bir tokat hamlesi yapacakken elini havada tuttum. İşte başlıyorduk.

Soğuk bir tavırla adamın kolunu çevirip arkasına doğru kıvırdım. Adam acıdan bağırıp dizlerinin üzerine düşünce arkamdan koşuşturan bir çift ayak sesi duydum. Bu diğer adamın da harekete geçtiğinin göstergesiydi. Üzerime doğru bir çita gibi koşan diğer adam en yakınıma geldiğinde aradaki o saliselik anda hızla yere eğildim. Bu sırada yere çökmüş adamın kolunu kıvırmaya devam ediyordum. Anlaşılan elimin ayarı biraz kaçmıştı çünkü o curcunada dahi çıtırdayan birkaç kemik sesi duyuluyordu. Koşan adam sırtıma takılıp, kolunu büktüğüm adamın üzerinden yere gümbürtüyle yuvarlanmıştı. Bunu fırsat bilerek ayağa kalktım tekrar. Yerdeki adamın kolunu bırakıp uzun, yağlı ve iğrenç siyah saçlarına attım elimi. Kafasını birkaç kez kaldırıma sürtüp yukarı çektikten sonra, bir diğer yerde sürünen sakallı adamın karnına kuvvetli bir tekme attım. Bunları yaparken; zerre zorlanmamış, üstüme başıma bulaşan kanlardan zerre iğrenmemiştim. İşimi soğukkanlılıkla halletmiştim.

Sonunda yerden kalkamayacak hale geldiklerini anladığımda ellerimi çırparak nefes nefese geriye doğru gittim. Harikaydı. Gene bir olaya bulaşmıştım. Saatin kaç olduğundan bihaberdim. Eve geç gittiğim ortaya çıkmamalıydı, bu son şansımdı.

Arkaya dönerek az önce kurtarmış olduğum kadını aradı gözlerim. Artık orada değildi.

Sanki mürekkep rengi göğe karışmış, aptal yalnız sokağın hiçliğinde yok olup gitmişti. Hiç değilse bu hizmetimin karşılığı olarak nakit ödeyebileceğini umuyordum. Bunun yerine kaçıp gitmeyi mi tercih etmişti gerçekten? Ah bazen vicdan denilen o duygu, insanın mantık kavramıyla arasına siyah, kumaş bir perde çekiyordu. Çirkin duygu.

Adamlara son bir kez bakarak saçlarımı açtım. Upuzun saçlarım belime kadar iniyordu. Onları örtmek için ise tekrar kapüşonumu çektim kafama.

Ağzımdaki naneli sakızın tadı gitmeye başlamıştı. Gözlerimi devirdim. Hiç uzun süreli olmazdı zaten.

Sağa doğru dönüp sakızı yerde yatan sakallı adamın yüzüne tükürdüm. Daha sonrasında ağzımı siyah sweatshirt'ümün kol kısmına silerek tekrar ellerimi cebime attım. Evime gitmek amacıyla hızlı hızlı yokuş yukarı yürüyordum.

Yürürken genellikle yere bakardım, sanırım küçüklükten kalma bir alışkanlığımdı bu. Başımı kaldırmaya mecalim yokmuş gibi. Tam bu sırada karanlıkta parıl parıl parıldayan, gümüş yaldızlı bir kart fark ettim yerde. Çok güzel bir şeydi, hatta kendine çekiyordu dışarıdan gören bir insanı. Vakit kaybetmemeye çalışıp arkama göz attım. Adamlardan yaklaşık bir buçuk metre kadar uzağa gidebilmiştim.

Yere eğilip kartı elime aldım. Soru sorar gibi bakışlarla gümüş yaldızlı kartı elimde evirip çevirmeye başladım. Sokaktan çıkıp, ışıkların bulunduğu yere adımımı attığımda kart daha net belli olmaya başlamış, üzerindeki yazıları seçebilmiştim. "KAYAHOLDING"

Kartın içeriği çok da hoşuma gitmemişti. Daha güzel birşeyler olacağını düşünmüştüm. Yine de incelemeye devam ettim. Sol tarafında güzel, cidden çok güzel bir kadın resmi fark ettim. Tıpkı az önceki bir teşekkür bile etmeden toz olan kadına benziyordu bu. Garipti ama tesadüflere inanmazdım. Zaten adamlarla ilgilenmekten kadına da çok dikkat edememiştim. Bu nedenle pek de takmadan, yoluma çıkan bir çöp konteynırına atar geçerim düşüncesiyle pantolonumun arka cebine koydum kartı. Sonra arkama bir kez daha bakıp adamlara göz gezdirdim.

Benim için herşey yolundaydı.
Aptal kartlar şuanlık umurumda değildi.
Umurumda olan tek şey eve kimse benim geç geldiğimi fark etmeden yetişebilmekti. Zaten fazla vakit kaybetmiştim. Bu sefer de bir olayımı öğrenirlerse, kötü şeyler olabilirdi.

Ben Hayat Deniz Dursun.
Normal bir evde yaşayan, normal bir mahallede büyüyen, normal olmayan biriyim. İçimdeki öfkeyi dindiremediğim zamanlarda, karşıma kim çıkarsa çıksın ona yazık eden biriyim.

Yaşıtları kızlar gibi; evde iğrenç kokulu ojeleri sürüp kız arkadaşlarıyla dedikodu yapmak yerine hayatın acı gerçekleriyle yüzleşmiş, sanırım fazla korkusuz biriyim.

Ben biriyim işte. Alışılmışın dışında biriyim.




Siyah Pijamalı KızHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin