Yokluğun ötesinde bir yaşamı vardı. Hangisinin yokluğuydu bilmiyordu. Aile, sevgi, sevgili, arkadaş ya da kendi olamamanın yokluğu... Bu yokluklar altında ezilmiş küçük bir bedeni vardı. Kaldırım kenarında oturmuş, akan gözyaşlarını kendi elini dost eliymiş gibi esmer yüzünde akan gözyaşlarını silmek için kullandı. Korkuyordu, yalnızdı, yapayalnızdı. Gökyüzünün siyahlığı altında küçücük bir beden kendi masumiyetini korumaya çalışıyordu. Ne yazık ki hiçbir şey hayatın gerçekleri ile yüzleşmesine engel olamazdı. İşte şimdi onun hayatı başlıyordu.
Küçük ama aceleci adımlar atarak yürüyordu. Elleri titriyor, göz kapakları ağırlaşıyordu. Bedeni ve aklı mücadele içerisindeydi. Mavi kapılı bir binanın önünde diz çöktü. Ayaklarını kendine doğru çekti ve ellerini göğsünde kavuşturdu. Ilık havanın tenine değen ellerine kendisini teslim etti.
Uyandığında gün ağarmaya başlamıştı. Fakat beklemediği bir misafir vardı yanında. Tüylerini çıplak bacaklarında hissedince gülümsedi. Bu yolculukta yalnız kalamayacağını anlamıştı.