prologue
hafiften esen rüzgârın saçlarını okşamasıyla yüzüne güzel bir gülümseme yerleştirdi, birazdan göreceklerinden habersiz bir biçimde.
dudaklarını birbirine bastırıp elindeki, az önce aldığı karanfillere gözlerini gezdirdi. kalbi deli gibi atıyordu. bugün jaemin ile ilk aylarını tamamlamış oluyorlardı, jeno'da bunu kutlamak için bir buluşma ayarlamış elindeki bu çiçeklerle ona sürpriz yapacaktı. bugünün en güzel günleri olmasını ve sonucunda jaemin'e unutamayacağı bir gün bırakmak istiyordu. mutlulukla adımlarını hızlandırdı, onu görmek için sabırsızlanıyordu.
fakat vardığında hiç istemediği bir görüntü ile karşı karşıya kalmıştı. kalbi şimdi acıdan sıkışıyor, zar zor nefes alıyordu. boğazında oluşan yumru ile sıktığı yumruğunun ardından gözlerini birbirine bastırdı. ağlamak istemiyordu. biliyordu böyle olacağını. bildiği hâlde bir ilişkiye başlamak istemişti onunla, jaemin'in uyarılarını bile dinlememiş, içindeki küçük umutla hareket etmişti. ve şimdi de korktuğu başına gelmişti, başından aşağıya kaynar sular dökülmüş gibi hissediyordu.
jaemin ile renjun barışmıştı, jaemin'in gözleri uzun bir aradan sonra ilk defa parlıyor ve jeno'nun ona baktığı gibi renjun'e bakıyordu. aynı şekil renjun'de ona.
istemsizce akan yaşlarını sildi hızlıca ve evine doğru yol aldı. yalnız kalmaya ihtiyacı vardı. mümkünse birkaç gün boyunca herkesten, her şeyden uzak durmak istiyordu. aklını başına toplaması gerekiyordu artık. jaemin'i suçlayamazdı sonuçta.
şimdi ise tam iki hafta geçmişti o olayın üzerinden. bu kadar kısa süre de toparlanmak elbette zordur, zaten jeno'nun da pek toparlandığı söylenemezdi. uykusuzluktan göz torbaları oldukları yerden selam veriyor ve mor olduklarını belli etmekten hiç çekinmiyorlardı. gördükleri aklına geldikçe ağlıyor, çıldıracakmış gibi hissediyordu. dolayısıyla fazla ağlamaktan da gözleri şişmişti. dudaklarını kemirmekten de mahvolmuş dudaklarından başlayarak aynada kendini incelemeye başladı. tam anlamıyla çökmüştü şu an. ruhu bedeninden ayrılsa tam yeriydi.
bu iki hafta içerisinde jaemin, ona yazmıştı tabii ki, olanlardan dolayı fazlasıyla özür dilemiş kendisini affetmesi için bir sürü hediye yollamıştı. fakat hediyeler jeno'ya ulaşmadan çöpe gitmişlerdi bile. ne kadar kendisi suçlu olsa da ona ait eşyaları istemiyordu artık, kırılmıştı çünkü ve artık uzaklaşması lâzımdı.
düşüncelerinden uzaklaşmak adına iki kere kafasını salladı ve ellerini saçlarından geçirirken arkasında kalan kurumuş karanfiller dikkatini çekmişti. o gün eve geldiği gibi herhangi bir yere fırlatmıştı onları, sonra da hiç gözüne çarpmamıştı nerede oldukları.
çiçeklerin yanına gidip eline aldı ve kuruyan yapraklarında parmaklarını gezdirmeye başladı, artık bir işe yaramazlardı çünkü çoktan solmuşlardı. çöpe gitmek için hareketlenmişken aklına gelen sözle duraksamış ve ne olduğunu hatırlamaya çalıştı.
"solmuş bitkileri çöpe atmak yerine lütfen bize getirin, aksi takdir de huzursuz bir yer de iyice çürümelerine sebep olursunuz."
bu yazıyı ilk gördüğü zaman gülüp geçmişti jeno, sonuçta ölü bir bitkiye ne yapabilirlerdi ki? çok saçmaydı. yine de şimdi içinde uyanan merak ile biraz hava almanın da fena olmayacağını düşünerekten biraz kendine çeki düzen vermiş ve çiçekleri eline alıp o dükkana doğru yola koyulmuştu.
vardığında dükkanın dışını iyice incelemek istediğinden yavaş adımlarla yaklaştı oraya. kapının yanlarında yine solmuş bitkiler vardı. hiçbiri yaşamıyordu. garip bakışlarla, içinde gittikçe artan merak ile kapıyı aralamış ve içeri girmişti.
içeride kendi yaşlarında, esmer tenine fazlasıyla yakışmış gümüşe kaçan saç rengiyle solmuş bitkileri sulayan bir genç vardı. jeno onun ilk başta ne yaptığını anlayamadığından kaşlarını kaldırmış, çocuğa yaklaşarak ne yaptığını çözmeye çalışıyordu. tam ne yaptığını soracakken genç doğrulmuş ve jeno ile çok kısa süreli bir göz teması kurmuştu ve sarı saçlı çocuktan hızlı hareket ederek ilk kendisi ağzını aralamıştı. yine de jeno bu çocuk delirmiş diye içinden geçirmeden edemedi tabi. ölü bitkiyi sulamak da neyin nesiydi şimdi?
"hoş geldiniz, çiçek bırakmaya geldiniz sanırım?"
jeno'nun elindeki çiçekleri göstererek bitirmişti sözünü. jeno'nun aklı hâlâ ölü bitkileri sulamasında kaldığından birkaç saniye cevap veremedi ve sonra anca idrak etmesiyle hemen ağzını aralayıp çiçeği ona uzattı.
"şey tabi, geçenler de görmüştüm burayı ve şimdi de çiçeklerimin solduğunu görünce getirmenin iyi olacağını düşündüm."
esmer olan çiçekleri eline almadan sessiz bir ses tonuyla kendi kendi mırıldandı o an.
"bu aldatıldım demek oluyor sanırım."
jeno az çok duyduğu şeyi tam anlayamadığından refleks olarak "huh?" demiş ve şaşkınlıkla karşısında duran çocuğu izlemeye başlamıştı.
esmer genç sahte bir gülümsemeyle elindeki çiçeklerin yapraklarını okşayarak araladı ağzını.
"karanfiller, çok güzeller. böyle bir çiçek bıraktığınız için çok müteşekkirim bayım."
jeno hafiften gülümsemiş ve ne olduğunu bile anlamadan bir anda elinde tuttuğu birkaç kağıt parayla kendini evine doğru adımlarken bulmuştu.
az önce gördükleri neydi gerçekten? tamam kendisi de pek akıllı sayılmazdı fakat bu çocuk kesinlikle sıyırmış olmalı diye tüm gün bunu düşünmeden edememişti.
en azından jaemin'i düşünmüyordu. bu da iyiydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölmüş bitkiyi sulayan genç | nohyuck ✓
Fanfictionölüler, sence de fazla yalnız değiller mi jeno? 9719-301019