aradan birkaç ay geçmişti sadece, jeno neredeyse her gün yeni arkadaşı donghyuck'un yanına gider ve gününün çoğunu ona eşlik ederek geçirirdi. evet ismi donghyuck'tu, arkadaş olmaları biraz zor olmuştu. donghyuck çok değişik bir kişiliğe sahipti, en azından jeno için fazla değişikti. çünkü çok fazla zıt düştükleri vakitler oluyordu. yine de ikisi de bu durumdan pek şikayetçi değildi. ama dediğim gibi 'pek'. donghyuck böyle sevse de jeno memnun değildi öyle. çünkü suladığı çiçeklerden neredeyse hiçbir farkı kalmamıştı donghyuck'un ve jeno her beraber oldukları vakit onu tekrar canlandırmak için elinden geleni yapıyordu. bir sürü şey teklif etmişti ama bir türlü bu dükkandan çıkartamamıştı onu.
yine günlerden bir gün, sonunda çok fazla sıcak olmayıp hafiften soğuk esen havayla jeno, kendini evden çıkarmış ve bu güzel günü donghyuck ile geçirmek istediğinden onun yanına gitmişti fakat tek yapabildiği çiçeklere doğru bakan bir sandalyeye oturup arkadaşını izlemekti. donghyuck tüm çiçekleriyle ilgilenmesini bitirdikten sonra jeno'nun yanındaki sandalyeye oturmuş unuttuğu bir şey var mı diye düşünmeye başlamıştı. o sıra da jeno'da donghyuck'un sağ elini elleri arasına alıp incelemeye başladı. kendine hiç dikkat etmiyordu, jeno en çok da buna kızıyordu. baş parmağını elinin üzerindeki yaralarda gezdirdi önce, gün geçtikçe çoğalan yaralarda. çatık kaşlarıyla başını donghyuck'a çevirdi jeno, bu güzel yüzü böyle elleri hak etmiyordu en azından.
"hyuck-ah, ben sana dikkat etmeni söyledikçe yaraların daha çok çoğalıyor senin."
donghyuck hafiften gülümsedi, arkadaşının onu düşünmesi hoşuna gitmiyor değildi. elini jeno'nun elleri arasından çekip onun ellerini işaret ederek devam etti. jeno, fazlasıyla bakımlıydı. onun gibi olmak isterdi elbet fakat sürekli bununla uğraşmak için vakti yoktu, çiçeklerinin oluşturduğu yaralardan memnundu hem o.
"senin gibi bakımlı olmadığım için bana kızamazsın."
donghyuck ayaklanıp çiçeklerine daha yakından bakarken jeno olduğu yerden direseklerini dizlerine yerleştirip onu izlemeye devam etti. bu solmuş çiçeklerle hâlâ ne yaptığını anlamış değildi fakat ne kadar merak edip başlarda sürekli sorsam mı diye düşünse de sonradan özel bir şeydir, belki hyuck'u üzer düşüncesiyle konuyu hiç açmamıştı bile. ve şu an konuları çiçekler değil, donghyuck'tu. sinirine hakim olmaya çalışıp sesinin sert çıkmamasını umarak ağzını araladı.
"biraz kendine bakmalısın hyuck, ben yavaşça ölüşünü izlemek istemiyorum artık."
donghyuck, jeno'nun en başta ona getirdiği karanfile gelince duraksamış ve hafifçe solmuş çiçeğin yapraklarını okşamaya başlamıştı. çiçeğe olan bakışları, en sevdiği oyuncağını kaybeden küçük çocuklar gibiydi.
"ölmek demişken... ölüler, sence de fazla yalnız değiller mi jeno?"
jeno bir şey demedi, düşündü sadece neden böyle bir fikre sahip olduğunu. jeno'dan ses gelmeyince başını ona çevirdi donghyuck, sinirli bakışlar yerine merak dolu bakışlar görmek onu içten içe biraz mutlu etmişti. jeno'yu bu yüzden seviyordu, direkt saçma bulmak yerine merakla bekliyordu onu her seferinde. ona bakarak devam edemeyeceğini bildiğinden şimdilik bakışlarını çiçeklerine geri çevirerek devam etti, tabi arada bir yine gözleri ona kayıyordu.
"şu çiçeklere bak jeno, mesela bana getirdiğin karanfillerle anlatayım sana; o günü çok iyi hatırlıyorum birkaç adım ötemdeki çiçekçiden almıştın o karanfilleri. o güler yüzünle senin gibi canlıydı karanfillerin. ama sonraki hüzüntünü de gördüm ve solmuş çiçeklerini çöpe atmak yerine bana getirmeni. o gün bu çiçeklerle daha mutlu olmuştun ve bir insan yüzünden üzülmüştün. onlar da canlı değil mi jeno? üstelik seni üzmek yerine mutlu olmanı sağlıyorlar. fakat sonları neden öylesine pis bir yer oluyor? ben... onları diriltmeye çalışmıyorum, bu olası bir şey değil zaten. sadece daha huzurlu yatsınlar istiyorum ve yalnız kalmalarını engelliyorum."
jeno bir türlü soramadığı sorunun cevabını alınca donghyuck'a bakmaya devam etti fakat bakışları bu sefer tam çözülmüyordu. donghyuck bunun üzerine hafiften kıkırdayıp yeniden ağzını araladı.
"lütfen saçma bulma, bu hayatta kendimize istediğimiz bir şeyi başkalarına yapmamız gerekir. şu zamana kadar doğru düzgün arkadaşım olmamıştı benim, ben de çiçekleri kendime arkadaş edinmiştim. sonuçta beni anlıyorlardı? bu yüzden huzurlu bir ölümüm olmasını istediğimden elimden geldiğince yardım ediyorum onlara jeno."
donghyuck gülümsedi, karşısındaki çocuğun onu anlamasını bekledi bir umutla. ilk defa üzülmeyi beklemiyordu. jeno daha önce böyle gülümsemesini görmediği gümüş saçlı gence baktı, kalbi de jeno gibi beklemediğinden teklemişti o an. çok geçmeden jeno'da karşılık verdi ve gayet normal bir sesle cevap verdi.
"her şeyi anlarım donghyuck fakat... ölüm deme, daha gençsin ve yaşaman gereken çok güzel şeyler var. bir daha bunu duyarsam o zaman kurtulamazsın elimden."
sonlara doğru hafif kızgınlaşan ses tonuyla donghyuck dudak büzüp omuz silkti.
"huzurlu ölüm istemenin nesi kötü şimdi?"
jeno, hyuck'un yanına gitti ve kendisinden birkaç santim kısa olan çocuğun saçlarını karıştırarak gülümsemesini bozmadan devam etti.
"bu güzel kalbinle tanrı'nın sana huzurlu bir ölüm vereceğini umuyorum hyuck-ah."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ölmüş bitkiyi sulayan genç | nohyuck ✓
Fanficölüler, sence de fazla yalnız değiller mi jeno? 9719-301019