jimin güllerinin yapraklarına elindeki spreyle su sıkıyordu, bir yandan da onları ne kadar sevdiğini söylüyordu. minik burnunu çiçeğin içine sokup mis kokusunu içine çekti. güllerine birer öpücük kondurup doğruldu, diğer çocuklarıyla ilgilenmek için.
o sırada kapıya astığı, yoongi dükkan hediyesi olarak kapının üstüne asılan zillerden bir tane almıştı, zilin sesi yankılandı minik dükkanda. jimin gelen müşterisine gülümsedi kocaman, gözleri kaybolmuştu. "hoşgeldiniz."
"merhaba." adam çiçeklere bakıyordu. "karım benden nefret ediyor, onu bana döndürecek bir şey var mı?"
jimin'in yüzündeki gülümseyiş soldu. evlatlarının insanlar tarafından aldattıkları eşlerinin gönüllerini alma aracı olarak görmeleri; böyle basit, böyle çirkin şeylere çiçekler kadar güzel şeyleri karıştırmaları onu çok üzüyordu. iç çekti. aklına gelen fikirle sırıttı sonra. sarı gülleri gösterdi. "genelde böyle durumlar için tavsiyem sarı güller olur. gül, biliyorsunuzdur, aşkın sembolü." sarı gülse ayrılığın. "ne kadar istersiniz?"
"bir demet sar." omuz silkti adam. jimin masasına yönelirken mırıldandı kendi kendine. "keşke orada olsaydım da karının sana attığı tokadı görebilseydim."
"pardon?" ona baktı adam. "bir şey mi dedin?" jimin ona baktı, elindeki yaprağı görünce gerilmişti. "hayır. çiçeklerimin yapraklarından uzak dur." fazla sert bir cümle olduğunu fark edince gözleri irileşti. "-ur musunuz? lütfen." adam yavaşça koydu yaprağı. "pekala."
adam çiçeği alıp çıktı dükkandan. jimin çiçekleriyle ilgilenmeye devam etti. dükkandaki tüm çiçeklere sarılmış, öpmüş, övmüş, mis kokusunu içine çekmişti. yüzündeki koca gülümsemeyle yapraklarını temizledi.
gelen müşterilerle ilgilenmişti, saat üçe ulaştığında tüm işleri bitmişti ve müşterisi de yoktu. dükkanın önüne çıktı, bacaklarına sürtünen kediyi kucağına alıp sevmeye başladı.
onu uzaktan izlemekten sıkılan jungkook yanına gitme cesaretini toplamıştı sonunda. yanına oturdu. "evime bir demet gül yollar mısınız bay park?"
jimin duyduğu sesle kafasını kaldırdı kocaman gözleriyle. "sen... demek sendin."
gülümsedi hafifçe. "neden hiç gül göndermedin park? parasını verecektim oysa, çok para verecektim." adamın sesindeki çaresizlik genç çiçekçinin kalbini sızlatmıştı. "özür dilerim, çok özür dilerim bayım ama eve servis yapmıyoruz. madem buradasınız, istediğiniz kadar gül alabilirsiniz."
annem çok istedi gül, çıkamadım evden, alamadım ona gül. neden getirmedin park, neden? haykırmak istedi jungkook, bağırarak ağlamak istedi. yapamadı. "bir tane." dedi kısık sesiyle. "bir tane gül istiyorum."
jimin içeri girdi hemen, bir şeylerin ters gittiğini anlamıştı, gözlerinde, gözlerinde saf acı vardı adamın. jimin nerede görse tanırdı acıyı.
bir demet gül sardı ona, en canlı, en parlak güllerini. ona uzattı demeti. "hediyemi kabul edin lütfen, buyrun, üzgünüm.""neden üzgünsün ki park?" çiçeklerde kalmıştı jeon'un gözleri. "neyi biliyorsun ki üzgünsün? ne kadar büyük bir hata yaptığını biliyor musun ki sen?"
yutkundu jimin, kendini çok, çok kötü hissetmişti. "bilmiyorum. anlatmak ister misiniz?"
"hayır." demetin içinden bir gül aldı. cebindeki tek parayı koydu yere. ayağa kalktı. "kolay gelsin çiçekçi." yavaş adımlarla ilerledi.
jimin dükkanının önünde öylece kalakalmıştı. göğsünde anlamlandıramadığı kocaman bir yumru vardı sanki.
&&
"ne diyorsun oğlum, sonunda dükkana geldi ha?" arkasına yaslandı yoongi şaşkınca. "madem yerini biliyor niye gelmiyormuş?"
gözlerini devirdi jimin. "oğlum salak mısın, adam telefon numaramı bile biliyor dükkan yerini bilmesi mi garip gerçekten?" şakaklarını ovaladı. "ayrıca ben de onu diyorum, kaç kez istedi bu adam gülleri. bir şey olmalı, evde bırakmayacağı bir şey ya da ne bileyim, bir sebebi olmalı bu ısrarın."
"niye şimdi geldi peki?"
"bilmiyorum yoongi, bilmiyorum." arkasına yaslandı. "çok garip, konuşmaları çok kırgındı, kendimi çok suçlu hissettim. keşke evine götürseydim."
"ya jimin sen salak mısın?" jimin ve yoongi arasındaki ilişki bu cümle üzerine kurulu gibiydi. "niye kendini hiç bilmediğin bir durum yüzünden kendini suçlu hissediyorsun? hem, neden güvenesin ki? burası çiçekçi farkında mısın? dürümcü değil?"
"doğru diyorsun aslında. ama üzgün gibiydi, acısı var gibiydi..." ofladı.
"sakinleş biraz, boşversene, niye sen geriliyorsun bu kadar? gülü isteyen o, gelip alan o. ayağına götürecek halin yok."
başıyla onayladı jimin. duraksadı bir süre. "ya bir daha isterse?"
"dükkana çağır."
jimin düşünürcesine baktı adama. "ciddi misin sen?"
"ciddiyim tabi. hep aynı cevabı verince eline ne geçiyor? madem bu kadar endişeleniyorsun, onunla arkadaş olmaya çalış."
hmladı jimin, fikir yavaş yavaş aklına yatarken telefonuna bir mesaj gelmişti.
evime bir demet gül yollar mısın park?