final

892 106 40
                                    

sonra burnuna gelen kokuyu idrak etti, gözlerini annesinin güzel yüzünden alıp pencerenin önüne çevirdi. karışık bir demek içinde taze papatyalar ve lavantalar vardı.

bir yıl sonra

jimin ona doğru koşarak gelen küçük kızı kucağına aldı. "baban hazır değil mi hala? geç kalıyoruz."

kız kıkırdadı, babasının boynuna sarılırken "hala odasında." dedi.

jimin yavaşça yere koydu onu, saçlarına bir öpücük kondurdu, eve girdi ve yatak odasına çıktı. kapıyı açıp yavaşça kafasını uzattı. "sevgilim?"

jungkook gözlerini silip ona baktı omzunun üstünden, "geliyorum şimdi." tişörtünü üstüne geçirdi.

kapıyı kapatıp yanına geldi sakince, onu kendine çevirdi, çenesini tutup başını kaldırdı. "ağladın mı?"

"hayır."

"jungkook."

"ağlamadım. dae'yi parka götüreceğiz, hadi." onu geçmeye çalıştı, jimin tutmuştu.

"ne olduğunu anlat hadi. dae bekleyebilir." gülümsedi, jungkook'un yavaşça pes etmesini, omuzlarının düşmesini izledi.

jungkook ona dönüp sarıldı, başını boynuna gömdü. bir süre hiçbir şey söylemedi.

"dün hastaneden gelen mesajı gördüm." saçlarını okşuyordu onun. "arkadaşın seni tekrar doktor olman için zorluyor sanırım. anneni kaybedişimizden sonra her şeyi bıraktın jungkook, bu seni üzüyor, görebiliyorum. neden tekrar işine dönmüyorsun?"

jungkook biraz daha sustu, derin bir nefes aldı sonunda. "bunun için ağlamadım."

"biliyorum." jimin onun başının tepesine bir öpücük kondurdu. "dükkanımda uyuduğun o geceden sonra geldiğin her gün seni daha iyi tanıdım."

"zaten tanıştıktan bir ay sonra evlendik jimin." güldü hafifçe.

güldü o da. "aceleciydin."
onun yüzünü avuçlayıp başını kaldırdı. "anneni mi özledin?"

jungkook gözleri yine dolarken cebindeki lavantayı çıkardı. "cebimde kalmış, cenazeden." devamını getiremedi, jimin kendine çekip sarıldı ona yine.

"ziyaretine gidelim mi?"

"oraya gidip toprak yığını başında ağlamaktan nefret ediyorum."

"biliyorum." iç çekti jimin. "sen kal, gidae'yi ben götürürüm. yalnız kalmak istersen yani..."

"hayır, gitme." jungkook biraz daha sıkı sarıldı ona. tanıştıktan bir ay sonra evlenecek kadar çok sevdiği eşini hiçbir zaman bırakası gelmiyordu zaten, jimin nereye gitse jungkook da yanında oluyordu. herkes buna alışmıştı.

"yoongi gidae'yi parka götürsün o zaman." yanağına bir öpücük kondurup cebinden telefonunu çıkardı, arkadaşına kısa bir mesaj atıp telefonu geri koydu. "üstünü değiştirmene gerek kalmadı, dur ben dae'ye durumu anlatıp geliyorum."

jungkook başını salladı.

jimin gelene kadar annesini düşünmemeye çalıştı, son dört aydır her gün yaptığı gibi.
hala bir doktorken acile gelen yaralı kızı düşündü, kızın annesi babası yoktu, korkmuş ve yaralıydı. jungkook onu tedavi etmişti, sonra kız peşini bırakmamıştı onun.

o günü hatırladı, sonunda üç günlük nöbeti bitmiş hastaneden çıkmıştı, gözleri yarı kapalı halde arabasına giderken arkasında duyduğu adım sesleriyle arkasını döndüğünde bir çift yeşil gözle ona bakan kızı gördü.
"sen hala gitmedin mi ufaklık?" dizleri üstüne çöküp kıza baktı, kız cevap vermemişti.

"konuşmayacak mısın? pekala... hastaneye geri dönsen iyi olur. kaybolabilirsin." kız hiçbir şey demedi, sonra jungkook'u çok şaşırtacak bir şey yaptı.

ona sarıldı.

jungkook hayatı boyunca jimin hariç kimseye sarılmamıştı, annesine bile. sevmediği şeylerden biriydi sarılmak.
ama bu kızın küçük kalbinin atışlarını, yaydığı ufak sıcaklığı hissetmek onu etkilemişti.

kollarını kıza sardı, onu kucağına alıp ayağa kalktı. "sadece başını sallayarak cevap ver. seni almaya gelecek hiçkimse yok mu?"

kız başını olumsuz anlamda salladı.

"benimle gelmek ister misin?" kız hastaneye girdiğinden beri jungkook'u yavru ördek gibi takip ediyordu, beraber üç hastaya bakmışlardı, bu yüzden bu soruyu soracak cüreti bulmuştu kendinde.

kız başını olumlu anlamda sallayınca arabaya bindi, eve sürmeye başladı. o kadar uykusuzdu ki şu an yarı resmi bir şekilde çocuk evlat edindiğinin farkında değildi, sanki marketten bir elma almış gibi eve girdi, kızı jimin'e verdi ve hiçbir şey demeden odasına gidip uyudu.

jimin olanlardan hiçbir şey anlamamıştı tabi ki fakat bu küçük kızla geçirdiği birkaç saatin sonunda, kim ne derse desin dinlemeden onu kesinlikle evlat edinmeye kararlıydı. minik gidae ona da çok alışmıştı, beraber yemek yapmış ve film izlemişlerdi. sonra birbirlerine sarılarak koltukta uyumuşlardı bile.

jimin tekrar odaya girdiğinde jungkook'un yüzünde, jimin ve gidae'yi ilk kez koltukta uyuken gördüğündeki gibi bir gülümseme vardı. yanına oturup gülümsedi. "sanırım biraz daha iyisin. neye gülüyordun öyle?"

jungkook ona baktı, güldü. "hiç." ona sarıldı. "uyuyalım mı?"

"hastane meselesini konuşmayacak mıyız?"

"doktor olmak istemiyorum jimin."

"neden jungkook? işini seviyordun. sevmesen geri dönmezdin, unuttun mu? yönetici pozisyonunu bilerek bırakmış ve işine dönmüştün."

"tekrar bir şeyler kaybetmeye başlamak istemiyorum. her gün senin dükkanında çiçek sulamaktan daha mutlu etmeyecek beni."

"bu kesinlikle yalan."

jungkook omuz silkti. "bunu sonra düşünürüz. lütfen, uyuyalım."

jimin iç çekti. "peki peki." örtüyü üstlerine çekti, jungkook'un saçlarına öpücük kondurdu. "uyu bakalım koca bebek." yavaş yavaş uykuya daldılar, her zaman yaptıkları ve yapacakları gibi.

ve sonsuza kadar,
mutlu yaşadılar.
son.

Çiçekçi ✓Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin