gecenin bir yarısında okuduğu mesajlar, çok uzun zamandır feraha ulaşamayan yüreğini bir tık daha sıkıştırmıştı. jackson bunların hiçbirini yaşamak istemiyordu. onun üzülmesini, zarar görmesini, ağlamasını bunların hiçbirini istemiyordu. içini kavuran acıyı tanımlayamazdı belki ancak
jaebum' u her gördüğü vakit bu acı boyut değiştirip katlanılamayacak seviyeye ulaşıyordu. çünkü jaebum' un ona hatırlattıkları azaptan başka bir şey değildi.26 eylül 2017
-20:15-
genç adam elindeki paketin dışındaki lila rengi motifleri gülümseyerek incelerken içi içine sığmıyordu. bu gece yarısı yapacakları için çok fazla uğraşmış ve her şeyin en iyisi olması için çabalamıştı. öyle ki üç yıldır birlikte olduğu adamın 20. yaş gününü unutulmaz kılmak istiyordu. tanıdık sokaktan döndüğü vakit köşede sürekli çiçeklerini sulayan somi teyzenin yanına adımladı. beyaz saçlarını arkadan sıkıca toplayıp, tombul yüzünü tatlı bir şekilde ortaya seren kadın, yanına yaklaşan genç adama çevirdi başını. bozuk gözleri ilk başta kim olduğunu seçemese de yakınına geçip esmer genci süzünce çıkarmıştı kim olduğunu. jackson' ın gülümsemekten şişen yanaklarını okşayıp el işaretiyle hangi çiçekten istediğini sordu.
yaşlı kadın biliyordu ki bu genç adamın heyecanı biricik sevdiği içindi. somi teyze ne kadar konuşamıyor olsa da her akşam beş çayına gelen bu genç adamın anlattıklarını can kulağıyla dinler ve ona yanından ayrılmadan vakit bir dal çiçek verirdi. alınan dalların her biri ise jaebum' un farklı farklı kitaplarının arasında kurutulmaya bırakılırdı.
jackson onun henüz geçen hafta çiçeklerini veren beyaz şakayıklarının bir dalını istedi. somi teyze onun için özenle dalından kopardığı şakayıkı küçük kraft kağıdına sarıp hasır ipiyle bağladı. çiçeği alan jackson, tombul yanaklarına sulu öpücüklerini kondurup yoluna devam etti.
evinin bahçesine girdiği vakit içeri girmeden arka tarafa yöneldi. akşam için neredeyse hazır olan masaya elindeki çiçeği bıraktı. sırt çantasından yeni aldığı kokulu mumları da çıkarıp çardağın etrafına sıraladı her birini. lila rengi paketi ve etraftaki birkaç ambalaj çöpünü de alıp hazırlanmak için iki katlı evinin arka kapısına yöneldi. sürgülü kapıyı iki yana ittirdiği vakit içerden gelen kırılma sesiyle telaşla girdi içeri.
"baba! sen mi evdesin!" seslenişine bir cevap alamazken boş salonu geçip üst kata çıktı.
"bir yerini mi yaraladın, kırılma sesi duydum." bir kez daha yanıtsız kaldı seslenişi. üst katın koridoruna çıktığı vakit karşısına çıkan bedenle irkilerek iki adım geriledi.
adamın yüzüne bulaşmış olan kırmızılığı seçer gibi oldu ancak bir şey demesine kalmadan yüzüne yayılan sırıtmayla ona yaklaşan beden, sıcak namlusunu havaya kaldırıp konuşmaya başladı.
"ona son kez bak piç, bundan sonra şansın olmayacak." barut kokusu burnunu kaşındırmaya başlarken uzun beden omzuna çarpıp merdivenlerden inmeye başlamıştı.
jackson birkaç saniye yerdeki izlere ve aşağı inen bay ım' in sırtında gezdirdi gözlerini. adımları koridor boyu yavaşça ilerlerken çantası sol omzundan kaymış, elinde tuttuğu hediye paketi ise neredeyse yere düşmek üzereydi. birkaç saniye içinde bütün vücudu uyuşmuştu.
korku vücudundan taşmış, bütün evi hakimiyeti altına almıştı. babasının odasının önüne kadar geldi. yarım aralık olan kapıyı itmek için kalkmıyordu eli. keza öyle de oldu, bedeniyle iterek açtı kapıyı.
gri parkenin üzerini boyayan kırmızı sıvı, odanın ortasında neredeyse küçük bir yol oluşturmuş, kapının girişine kadar uzanmıştı. ayakkabılarının altına yapışan sıvıyı hissetse de durmadı jackson. çoktan ruhunu terk eden bedenin başucuna kadar ilerledi. kendi donuk gözleri, uzun süreli aralıklarla kırpışmak dışında bir tepki göstermiyordu. gözleri açık olan cansız bedenin baş ucunda diz çöktü. kumaş pantalonu kırmızıya bulansa da görmedi hiçbirini. avuçları arasındaki lila rengi paket kan birikintisinin içine düştü, içindeki iki alyansa karıştı lekeleri ancak kimse ne o an, ne de o andan sonra fark etmedi bunu.
jackson' ın titreyen elleri babasının gür saçlarına uzandı. her zaman babasının onun saçlarını sevmesi gibi, bu sefer jackson sevdi aralarına aklar düşen tutamları. yanı başına atılan beyaz yastığın lekelerini ve ortasındaki küçük kurşun deliğine bakmadı jackson. tek odağı avuçlarını bastırdığı soluk tendi. son vedasını sessizce yapmak istedi. ki istese de sesini çıkartabilecek gücü bulamadı kendinde. sol eli açık gözlerin üzerine örtüldü. cansız bedenin göz kapaklarını indirdiği vakit koptu kayışları. ilk haykırışı acıyla doldurdu bir ölüye ev sahipliği yapan odayı. başını babasının kanayan göğsüne bastırıp atmayı bırakan kalbinin üzerine hıçkırıklarını bıraktı.
jackson, o gece şafak sökene kadar buz tutan bedeni kollarının arasına alarak ağladı, ağladı. ve o geceden sonra yeni bir sabaha uyanmadı.
***