~

126 14 17
                                    

Gözlerimi büyütüp hıçkırıklarım arasından kem küm ederek de olsa konuşmaya çalışırken telefonun aniden yüzüme kapanması ile tüm iyi düşüncelerimi bir kenara bırakmış zaten duyan kimse yok düşüncesiyle içim dışıma çıkana kadar ağlamıştım. Elimi daha fazla ses çıkartmayayım diye ağzıma doğru götürürken bulanık gözlerimi küf kokulu odada gezdirdim.

Uzun süre ağlar ve hemen sonra rahatlayıp sigara içmeye çıkarım diye bir fikir zihnime yeni yeni doğmuşken gözüm kapı eşiğinde elinde iki çay ile yanıma gelen, yaşça benden büyük olduğu her yönden belli olan adama takıldı. Adam, küçük masanın karşısındaki çantamı koyduğum sandalyeye, çantamı yere koyarak otururken hızla gözlerimi silmeye ve ağlamamı durdurmaya çalıştım. Masa küçüktü, bu yüzden aramızda pek fazla mesafenin olmaması vanilya kokusunu içime çekmeme neden oluyordu. Cebinden beyaz renklerinin çoğunlukta olduğu mavi desenli mendili çıkartıp bana doğru uzattı gözlerime bakmaya büyük çaba gösterirken.

"Doğarken zaten ağladı insan, lütfen bu son olsun."

Bedenine nazaran nahoş çıkan, tatlı sesinin kulaklarımı doldurmasının ardından sözlerini işitmeye, anlamaya çalıştım. Ağlamak, bağırmak istiyordum. Ne yapıyordu şimdi bu karşımda? Onun hevesli gözlerine kısa bir bakış atıp uzattığı bendili ince parmaklarımla kavradım ve beklediğimin aksine hâlâ çeşme gibi akan gözlerime tuttum peçeteyi. Gözlerim kapalı ve muhtemelen yüzüm elmadan bile daha kırmızıyken tıkanmış burnum ile, "ne kadarını duydunuz?"diye mırıldandım.

"Gün boyu buradaydım, küçük."

Ağzım 'vay be' tarzı bir şekil alırken kaşlarımı kaldırdım ve peçeteyi bu sefer burnuma tutup sessiz sedasız silerken içimden, 'bir bu eksikti zaten' tarzı fikirlerimle kavga ediyordum. Çünkü sevgilimden ayrılmıştım ve ağlamak istiyorum. Ağlamak en azından biraz üzülmek istiyordum.

Zaten yakın olan çayı bana doğru uzattığı sırada adama biraz bakma hevesi doğmuştu içime. Keskin yüz hatları ve ciddi ifadesi yüzünde gizlenen şirin çocuğu görmeme engel değildi. Garip gelmişti, hem yaşlı hem de çocuk gözüküyordu ve bu gariplik aniden ilgimi çekmiş, içimde ismini öğrenme isteğini doğurmuştu. Bu yüzden çayı önüme alırken sağ elimi ona doğru uzattım.

"Byun Baekhyun."

Gülümsedi elimi sıcacık eliyle kavrarken ama gülüşünde daha çok hayret var gibiydi. Ben de hayret ediyordum kendime gerçi.

"Oh Sehun. Busan lisesi, felsefe öğretmeniyim."

Kaşlarımı çattım ve hayretlerimi gizlemeye çalışarak getirdiği ve beni beklediği sürede hafiften soğumuş çayı yudumladım. Gerçekten bu kadar yaşlı mıydı?

"Her neyse, Baekhyun. Zihnin epey kalabalık olmalı. Bu halde mi çalışacaksın?"

Haklıydı. Ben kendimi bile duyamıyorum bu kalabalık zihinimde, şiirler karışırsa ya üzüntülerime? Nasıl olurda anlardım ben şairin asıl duygusunu?

"Bilmiyorum."diye mırıldandım.

Sehun, çayından henüz bir yudum bile almamışken yerinden kalkmış ve ben daha ne olduğunu bile anlamamış ve garip garip bakarken ona, o zaten kapalı duran kitaplarımı kenara koyduğu çantamın içine özenle yerleştirip kendi koluna takmıştı.

"Gel, gidelim."

Kaşlarımı çattım, "Ama çay bitmedi daha."yerimden yavaşça kalktım. "Hem, nereye gideriz ki?"

Omuzlarını silkti, "çayın zaten demi çok fazlaydı, bardağın ardından bakınca bile gözükmüyordun."

Yüzüme aniden gülümseme düşünce ne kadar komik gözüktüğümü düşündüm. Ağlamaktan kızarmış yüzüm ve gözüme hatta sürekli titreyen çeneme aldırmadan gülümsemiştim. Onunla birlikte kalkarken elimi son kere yanağımdan akıp giden yaşı silmek için yüzüme değdirdim.

"Cemal Süreya bilmiyorum sanmayın, efendim."diyerek başımı yere eğdim kıs kıs sırıtarak ve onun adımlarından daha küçük adımlarım ile peşinden yürüdüm.

"Tüh."diye kısık bir tonla konuştu, ardından sesini hafiften yükselterek, "yakalandım desene sen şuna"diye konuştu ve omzunun arkasından bana bakarak gülümsedi.

Ve bu gülüş, içimde olan tüm kırgınlıkları unutturan şey oldu.

U'll be okay, honey  ℘ SeBaekHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin