tek part

14.9K 54 12
                                    

Senin ölümünden sonra yazdığım kaçıncı yazı bu bilmiyorum. Çok yazdım şimdiye kadar bütün isyanlarımı, acılarımı, kabullenemeyişlerimi döktüm birer birer satırlara. Yazmak bir şekilde rahatlatıyor beni, sanki bu yazdıklarımı sana anlatıyormuşum gibi hissediyorum. Zaten önceden de senden başka kimseyle konuşamazdım dertlerimi... Bugün beşinci ölüm yıl dönümün ve ben mezarının başındayım. Beş koca sene... İnsan inanamıyor. Bir yandan göz açıp kapayıncaya kadar geçmiş gibi hissediyorum bir yandan da bütün o acılarla sonsuzluk kadar bir zamanmış gibi. Zaman ilacıymış her şeyin ama bir yere kadar işte. İnsanın yarası ne kadar büyükse zaman o kadar çaresiz... Zaman artık isyan etmememe yardımcı oldu benim, ya da arada bir evden çıkmaya alıştım. Artık bütün gün içip fotoğraflarına bakmıyorum; dışarı çıkıyorum işe gidiyorum eve gelince içip fotoğraflarına bakıyorum. Ama eskisi kadar çok içmiyorum mesela o da hep zamanın merhem olduğu şeylerden. Bir de artık insanlara hayatlarına devam ettikleri için kızmaktan vazgeçtim. Önceden bütün dünyaya sinirliydim sen olmadan nasıl döner diye, sen yoksan karşı komşumuz nasıl her zamanki gibi kalkıp gidebilir işine hiç bir şey olmamış gibi? Bunları atlatmamı zaman sağladı. Yani evet bir yerde ilaç ama benim asıl yarama bir faydası yok. O hala kanıyor çünkü yoksun sen. Yaranın varlığına alıştım benimsedim onu artık. Yokluğunu kabullenmeye beş senede ancak bu kadar yaklaşabildim işte; açtığı yarayı benimseyerek...

Beş sene önce bugün seni buraya gömdüm. Normalde yumuşacık, sıcacık beni ısıtan bedenin artık soğuk ve sertti. O güzel sütlü çikolata tenin artık soluktu. Bakmaya doyamadığım gözlerin kapanmıştı hiç açılmamacasına. Seni uyandırmak için hep yaptığım gibi yine göz kapaklarından öpmüştüm ,bir umut, taş gibi ve soğuk olmalarını umursamadan. O lanetli gün o kadar zordu ki benim için, bugüne kadar hiç geri dönüp hatırlamadım, sanki hiç yaşamamışım gibi davrandım yok saydım. Ama şimdi beş yıl sonra mezarının başında dururken kendimi o anları yeniden yaşamaktan geri alamıyordum. Göz kapaklarını öptüğümdeki o soğukluk, tepkisizliğin, vücudunun artık hiçbir şeye tepki veremeyeceği gerçeğinin yüzüme bir tokat gibi çarpması, kabullenememem, içimdeki acının bir köşeye kıvrılıp kendi kendime sarılıp yatıp sarsılacak kadar çok bir seviyeye gelmesi... Her şey... Her şey teker teker gözümün önüne geliyordu sanki o günü tekrar yaşıyordum en ince ayrıntısına kadar. Hayatımın en acı verici, en çaresiz, en yürek burkan gününü...

Seni gömmek... En zoru oydu sanırım. Hala düşündükçe kendimi ağlamaktan alamıyorum. Dilim, elim, kalemim varmıyor anlatmaya. Gözlerini öptükten; soğuk, hareketsiz bedeninin ölmüş olduğunu bir kez daha yüzüme çarpmasından sonra artık seni gömmemiz gerektiğini söylediler bana. Kalabalık değildik, kimse yoktu aslında sadece abilerin ve ben vardık. Sen böyle istemiştin çünkü. Abilerin bana seni gömmemiz gerektiğini söyleyince bir an aldığım nefesi geri veremedim. Seni o büyük açık çukura koyma düşüncesi acıyla inleyen yüreğimi ezdi geçti. Biliyordum başka bir yolu yoktu ama kendimi bunu yapmaya , yapmalarına izin vermeye ikna etmek hayatta yaptığım en zor şeydi. Hayır hayır, ikna etmek değil yapmak en zoruydu. Kucağımda tertemiz beyaz kumaşa sarılı bedenini abine verdim önce sonra atladım o boş çukurun içine. Ah ne kadar isterdim senin yerine girebilmeyi oraya seni değil de kendimi topraklarla örtmeyi, senin yaşayabilmen için kendi canımı verebilmeyi ne kadar isterdim. Ama yapamıyordum işte çaresizdim. Sonra abinden aldım bedenini, oturdum o çukurda yere kucağımda seninle beraber. seni oraya koyamadım dayanmadı yüreğim. Gitme istiyordum uyan istiyordum, seni bu yerin altında karanlık soğuk yerde yalnız bırakamıyordum. Seni buraya gömdükten sonra artık seni bir daha göremeyecek olmak , artık "yaşayacağım" dünyada senin olmayacağın düşüncesi elimi kolumu sana bağlıyordu sanki. Beni de gömsünler istiyordum seninle. "Lütfen" diyordum "lütfen ayırmayın beni ondan, onu burada yalnız bırakamam. Ya korkarsa... Söz verdim hiç bırakmayacağım dedim bırakamam... Yanında olmam lazım onsuz yaşayamam, Beni de gömün onunla yalvarırım..." Saçmalıyordum ve kimse beni dinlemedi tabii ki. Ama ben kendimi durduramıyordum. Gözlerini, burnunu, yanaklarını, dudaklarını yüzünün her yerini öpüyordum. Göz yaşlarım senin yüzüne bulaşmıştı. Sanki sen de ağlıyordun artık. Sanki birlikte ayrılışımıza ağlıyorduk. Benim gözlerimden damlayan her damla senin yanaklarından süzüldükçe daha çok kahroluyordum. Kendimi kaybetmiştim, mantıklı düşünemiyordum. "Ağlama..." diyordum, "ağlama n'olur". Kendi gözyaşlarımı senin yüzünden siliyordum. "Korkma" diyordum sana," Sakın korkma tamam mı, ben sana bir şey olmasına izin vermem" Ne kadar komik değil mi; ölü bedenine sarılıp sana bir şey olmasına izin vermeyeceğimi söylemek, oysa nasıl çaresizdim aslında. Diyorum ya engel olamıyordum işte kendime. "Bekle beni" diyordum sana, "her nereye gidersen beni bekle... Ben bulurum seni. Hep buldum, hep bulurum. Biliyorum sen bir meleksin bense şeytanın ta kendisi ama bütün cehennemi söndürmem gerekse de bulurum seni. Sen sakın korkma tamam mı? Uyu sadece, güzel rüyalar gör mutlu olduğumuz rüyalar... Seni yeniden bulduğumda gözlerinden öperek uyandıracağım hep yaptığım gibi. Sadece bu defa uyanacağına dair bana söz ver. Seni bir daha ki sefer gözlerinden öptüğümde böyle soğuk ve hareketsiz yatmayacağına, o güzel gözlerini kırpıştırıp açacağına bana yeniden umutla mutlulukla bakacağına dair söz ver." Hıçkırıklarımın arasında taş kadar sert bedeninden söz almıştım kendimce. Hala beraber ağlıyorduk. Birileri beni yanından almadan önce son kez dudaklarına bir öpücük kondurup "Seni seviyorum güzelim, seni hep seveceğim. Sakın korkma söz verdiğim gibi seni bulacağım" diye fısıldadım. Sonra senin için topladığım papatyaları yüzünün etrafına ellerine yerleştirdim. Her ne kadar rengin soluk bedenin soğuk olsa da bir melek kadar güzeldin. Boynunda sana aldığım kolye takılıydı ölene kadar çıkarmayacağım demiştin. Sen bunu söylediğinde bunun gerçekleştiğini görmeyi ummamıştım. Yani senin ölümünü görmeyi... Ama işte oradaydım. Senin açık mezarının üzerinde elimde bir kürek , Kendimde senin o papatyalarla süslü beyaz kumaşla kaplı bedeninin üzerine toprak atma gücünü bulmayı bekliyordum. Ah ne acı verici ve ne zor şeydi... Ama yaptım. Beyaz kumaşın arasından görünen kolyeye baktım sonra yüzüne baktım son kez ve attım ilk toprağı üzerine. Biraz bekledim, sonra ağlayarak haykırarak devam ettim. Kimseye izin vermedim sadece ben... Bedenin tamamen toprağın altında kalana kadar devam ettim. Son attığım yüzüne gelmişti ve o an attım elimden küreği ve bir hışımla indim tekrar yanına ellerimle temizledim yüzendeki toprağı. Öptüm alnının kenarından. Haykırdım ağlayarak. "yapamıyorum" dedim "senin gitmene izin veremiyorum, seni bu soğuk toprağın altına koyamıyorum. Neden beni yalnız bıraktın, neden gittin, neden beni bunu yapmaya sana veda etmeye mecbur bıraktın. Sana veda edemiyorum işte edemem ki hiç..." Sonra biri beni kollarımdan tutup çekip çıkardı senin yanından ve önce bir tokat attı bana sonra da sarıldı. O an abilerini fark ettim bunca zaman yanımdalardı beni izliyorlardı ve ağlıyordu deli gibi onlar da. Abin bana sarıldı ve beni bırakmadı. Diğeri küreği aldı ve benim kaldığım yerden üzerine toprak atmaya devam etti. Felç olmuş gibiydim. Bir yandan onun elinden küreği alıp her şeyi senin için kendim yapmak istiyordum, bir yandan da eğer küreği alırsam üzerine toprak atmak için değil de üzerine atılanları almak için kullanacağımı biliyordum. Sonra tamam dedim dünyada her şeyden çok sevdiğin kadının ölü bedeni üzerine toprak atacak kadar güçlü değilsin madem bırak güçlü olanlar yapsın. Ben de bıraktım. Bekledim, abin kenardaki bütün toprağı senin üzerine dökene kadar bekledim. O küreği kenara attı bende senin şimdi kapalı mezarına yaklaştım. Diz çöktüm yanında, toprağına sarılıp ağladım hıçkırarak. İçimdeki acı o kadar büyüktü ki haykırıyordum acımdan. Hıçkırıklarım sessizleşince mezarına su döktüm sessizce ağlayarak. Sonra diz çökmüş bir şekilde bekledim mezarının başında, abilerinin ne zaman gittiğini bile fark etmemiştim. Bütün gece bekledim başında konuşmadan arada bir toprağına dokunuyordum. Ama gidemiyordum, sanki gidersem yalnız kaldığını bilecekmişsin gibiydi. Sanki burada olduğumu bilirsen rahat uyursun gibiydi. Ben de gidemedim... Hem seni yalnız bırakmak istemedim hem de senin olmadığın o eve gidip o soğuk yatağa girmek istemedim. Sensiz hiçbir şey yapmak istemedim. Yağmur yağdı ıslandım ama kalkıp gidemedim. Her yer toprak koktu, sonra hatırladım senin yağmur sonrası toprak kokusunu ne kadar sevdiğini ve söylendim kendi kendime " Bu kadar sevmek zorunda mıydın, bak işte şimdi senin kokun oldu. oysa senin kendi kokun ne kadar güzeldi hiç bilmiyorsun. Hiç mi anlamadın seni koklamaya doyamadığımdan. Ah... boynunun kenarından saçlarından yayılan o koku... Cennetten çıkmaydı sanki. O yüzden mi onu alıp cennete geri götürdün? Beni neden almadın yanına? Hani bensiz bir yere gitmek yoktu? Söz vermiştik hani hiç ayrılmayacağız diye. Şimdi ben sen olmadan nasıl kokun olmadan nasıl yaşarım. Bilmiyorum ki ben sensiz nasıl yaşanır, hiç bilmiyorum. N'olur geri gelsen, sarılsam öpsem koklasam seni, ben hiç seni bırakmam desen de gelsen n'olur sanki... Tamam tamam kızmıyorum, kızamam ki ben sana. Biliyorum elinde olsaydı zaten gitmezdin. Kabullenemiyorum işte, affet... Bu toprak kokusuna dayanamıyorum artık. Yardım et bana yokluğuna alışmama yardım et. Nefes bile alamıyorum, boğazımda öyle bir yumru var ki nefes almak bile acı verici. Geçecek mi bir gün? Katlanılır hale gelecek mi? Ya unutursam seni? Sesini, yüzünü, kokunu unutursam o zaman ne olacak? Seni unutursam kendi kendimle nasıl yaşarım? Hatırlamaya çalışırken kaybetmez miyim kendimi? Hayır hayır unutamam ki ben seni yüzün yüreğime kazılı. Hem bir sürü kamera kaydım var. Gülüşün sinirli hallerin her şey var orda. Bir de bana kızardın her dakka kameraya çekiyorum seni diye bak iyi ki de yapmışım bir tek onlar kaldı bana senden geriye. Bir tek kokun yok ama. Onu unutabilirim işte. Bir insan dünyada eşi benzeri olmayan bir kokuyu yeniden koklamadan nasıl hatırlar? Artık toprak kokusu mu hatırlatacak bana seni? Gerçekten toprak kokusu senin mi artık? Ama hayır, sevmiyorum ben bu kokuyu artık. Önceden sen seviyorsun diye severdim ama şimdi bana senin toprağın altında olduğunu seni... seni gömdüğümü hatırlatıyor. Daha doğrusu gömemediğimi...

Ölen sevgiliye mektup...Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin