B/1 Part 1

75 5 2
                                    

(Hiçbir kitaptan veya konudan esinlenilmemiştir. Kendi rüyamda gördüğüm konuyu yazıyorum.)

Holde beyaz taşların bir daire oluşturduğu alanda duruyordu. Yumuşak bir pufu vardı orada. Beyazdı, kendisi gibi. Yavaşça pufun üstüne oturdu. Oturduğunda kısalan elbisesinin tül eteklerinden çekerek daha rahat bir konuma geldi, ardından bağdaş kurdu.

  Her zaman yaptığı şeyi yaptı. Evinden buraya gelene kadar bastığı taşları saymıştı. Şimdi üstünde durduğu daireyi oluşturan taşları saymaya başladı. İçinden, belli bir ritim tutturarak sayıyordu.

    İnsanlar önünden geçip gidiyordu. Ne kadar Maviler dense de farklı renklerle de karışmış olan, sırf mavi doğdukları için öyle denen kabile kendisinin önünden geçerken ona dua etmeyi kesmiyorlardı.

Anlamıyordu. Sanki insanlar kendisini Kutsal Ana kadar üstün görüyordu. Bazıları, onun Ana'nın kızı olduğunu düşünüyordu. Oysa onun bir özelliği yoktu ki. Verebildiği tek cevap bir gülümseme, yapabildiği tek şey sessizce yürümekti. Halk arasında kendi hakkında söylentiler bile oluşmuştu. Onları ne yalanlayabilirdi, ne de doğrulayabilirdi. Çünkü kendisi de bilmiyordu. Daha kendisini çok iyi tanımıyordu. Sadece 14 yaşındaydı. Bazıları onun aslında asırlardır var olduğunu söylüyordu. Ölümsüz olduğuna inanıyorlardı.

Hayır, öyle değildi. Bu günden 14 yıl önce doğmuş, büyümüştü. İnsanlar kendisini ondan daha iyi mi bilecekti? 

   Konuşmuyordu. Çünkü Kutsal Ana, Ateş'i fısıldamıştı onun kulaklarına. Eğer konuşursa kulu kölesi olurmuş herkes. Şarkı gibi gelen tek cümlesini duymak için sıraya girerlermiş.

Bir imtihandı bu onun için. İnsanları nasıl kullanacağını görmek için hazırlanmış bir imtihan.

   Belki de Kutsal Ana onu denemek için böyle demişti. Belki de sesi normaldi. Fakat o insanların kendisine kul olmasını istemediğinden, konuşacak cesareti yoktu.

Ne kadar zamandır daldığının farkında değildi. Önü yine erzaklarla dolmuştu. Neden ona yardım ediyorlardı ki? O onlara ne yardım etmişti, ne de zarar vermişti. Yavaşça ayağa kalktı. Evine doğru seke seke yürümeye başladı.  Yūwâ'yı alacaktı, sonra da erzak çantalarını. Geri dönüp erzakları Sarılara götürecekti.

Sarılar... Hayatın ezdiği masum kabile. Çocukları artık etrafta şen şakrak bir biçimde koşamıyordu. Annelerinin yalvarışları hala duyuluyordu. Fakat ondan başka kimsenin aklına gelmiyorlardı. Kutsal Ana bile sıcaklığından mahrum etmişti onları. Kendi temsilcileri olan sarı güneş, artık onların şehirlerinde doğmuyordu. Fakat kendisi oraya gittiğinde güneş ışıklarını gösteriyordu. Etraf ısınıyordu. Kendisinin bir ayrıcalığı yoktu. Neden böyle oluyordu?

    Sessizlik misâli evine girdi. Evi küçüktü. Büyük bir eve ihtiyacı da yoktu. Kedisi sürtündü ayaklarına. Eğildi, okşadı onun kar gibi tüylerini. Ama geri kalktı. Sarılar onu bekliyordu. Ne kadar erken giderse,o kadar daha güneşe sahip olacaktılar.

  Arka taraftaki ahıra yürüdü. Yūwâ sanki onun geleceğini biliyormuşçasına olduğu yerden dışarı çıktı. Atının hazır olduğunu görünce içeriden erzak çantasını almaya gitti.

Ellerinde beyaz çantayla, çıplak ayaklarının deydiği soğuk zemine aldırmadan atının yanına geri döndü. Zarifçe onun üstüne binmesini bekleyen atın sırtına oturdu. O atına asla kırbaç vurmazdı. Farklı bir ilişkileri vardı. Yūwa hôle doğru dört nala koşmaya başladı.

   Atı da beyaz taşlardan geçerdi sadece. Birlikte dairenin oraya geldiler. Yeşiller ve Maviler erzakları koymaya devam etmişlerdi. Arka taraftan Yeşil bir çocuğun Suiwera'yı, kendisini koruması için Kutsal Ana'ya ettiği duaları duyuluyordu.

"Tüm yeşiller adına dua ediyor ve diliyorum ki Kutsal Ana, ateşinle bizi sarmala ve Suiwera'yı bizden uzak tutma, koru onu."

    Minik bir tebessüm oluştu kızın yüzünde.  Erzakları çantaya doldurdu ve Yūwa'nın toynak sesleri ile birlikte Sarıların şehrine yol aldı.

  

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Oct 12, 2014 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

SuiweraHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin