Bu yaz aşık olmuştum. Uzun sarı saçlara, bileğine doladığı beyaz kurdeleye ve hayatımda gördüğüm en zarif ellere sahip olan bir tanrıçaya.Her gün aynı saatte gelip, deniz kenarındaki irislerin (Y/N: İris bir çiçek türü, anlamını aşağıya yazdım) orada otururdu, dalgalardan sıçrayan suların havaya dağılışını izler, rüzgarın uzun saçlarını savurmasına izin verirdi. Elinde ufak bir not defteri, ne olduğunu göremediğim minik yazılar yazardı. Benim onu izlediğimi bildiği halde hiçbir şey yapmadan dururdu.
Sonra bir gün cesaretimi toplayıp oraya gittim. Yavaşça yanında bağdaş kurarken gözleri bir saniyeliğine bana değdi. Yüzünde küçük bir tebessüm, sonra batan güneşi izlemeye devam etti.
"Bu manzarayı bu kadar çok mu seviyorsunuz?"
"Evet, seviyorum. Peki ya siz?"
"Hm?"
"Siz de manzarayı seviyor musunuz?" o an onu izlediğimi biliyordu ve cevabımı da bildiğine adım gibi emindim.
"Evet, evet seviyorum"
...
şuraya aklına gecenin bir yarısı konu gelen ve koşup yazan bir nini çizelim シ
"Yunancada iris çiçeği, gökkuşağı anlamına gelmektedir. Bunun sebebi ise gökkuşağı gibi farklı renklerde açarak göz kamaştıran renklere sahip olmasındandır. Ayrıca mitolojik olarak da hikayesi şöyledir; Okeanos'un soyundan gelen iris tanrıçasına, Zeus, yerle gök arasında iletişim sağlamak ve bu iki ayrı dünya arasındaki bilgi alışverişi açısından uzaklıkları yakınlaştırmak amacıyla görev vermiştir. İris bu görevini yaparken gökkuşağını kullanmaktadır. Şöyle ki yeryüzüne haber getireceği zaman gökkuşağını takip ederek yeryüzüne inmektedir. Latincede ise cennetin gözü olarak bilinmektedir. İris çiçeğinin renklerinin göz bebeğine yani irise benzemesinden dolayı göz denmiştir. Cennetin gözü denmesinin sebebi ise bu çiçeğin cennetten geldiğine inanılmasından dolayıdır. Ayrıca bu güzel ve hoş kokulu çiçek kadın zarafetini simgelemektedir."